“Vahiy kâtibi”
Kur’ân-ı Kerim’in sûre ve âyetleri nazil oldukça, Peygamberimiz (a.s.m.) onları ezberlemek ve başkalarına ezberletmekle kalmaz, yazdırmak için de hemen sahabinin birisini çağırtır ve gelen vahyi ona yazdırırdı.
Vahyi yazan kimselere “vahiy kâtibi” denirdi.
Peygamberimizin birkaç vahiy kâtibi vardı.
İşte bunlardan birisi de Zeyd bin Sâbit’tir (r.a.).
Zeyd bin Sâbit, Medineliydi.
Zeki
Babası bir muharebede öldürülmüş, kendisi de yetim kalmıştı.
Çok zekiydi.
Hicret’ten önce, daha oyun çağında bir çocukken Müslüman olmuştu.
11 yaşındayken 17 sûreyi rahatlıkla ezbere okuyabiliyordu.
Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiğinde, yakınları Hz. Zeyd’i yanına götürdüler ve 17 sûreyi ezbere bildiğini söylediler.
Hz. Zeyd, Peygamberimizin isteği üzerine ezberindeki sûreleri okudu.
Bu duruma Peygamberimiz çok sevindi ve Zeyd’e iltifatta bulundu.
Bedir Savaşı’na katılamadı
Zeyd bin Sâbit, Müslümanların müşriklerle yapmış oldukları ilk savaş olan Bedir Harbi’ne katılmak istediyse de, yaşı küçük olduğundan, Resûlullah tarafından hazırlanan mücahit ordusuna kabul edilmedi.
Bedir Savaşı’nda Müslümanlar parlak bir zafer kazanmışlardı.
70’ten fazla müşrik öldürülmüş,
bir o kadar da esir düşmüştü.
Esirlerden okuma yazma bilenler, “Müslümanlardan 10 kişiye okuma yazma öğretmek” şartıyla serbest bırakılacaklardı.
Bu esir müşriklerden okuma yazma öğrenenlerden birisi de Zeyd bin Sâbit’ti.
Hz. Zeyd bin Sâbit, okuma yazmayı iyice öğrendikten sonra, Resûlullah’a gelen vahiyleri yazmaya başladı.
Vahiy kâtiplerinden olan Ubey bin Kâ’b bulunmadığı zaman, Peygamberimiz, Zeyd bin Sâbit’i çağırtır, vahyi ona yazdırırdı.
Bir yanlışlığa veya eksikliğe meydan vermemek için, yazılanları da tekrar okuturdu.
Gereken tashihi yaptırırdı.
Zeyd bin Sâbit, vahiy yazma esnasında şahit olduğu manevi bir hâleti şöyle anlatıyor:
“Resûlullah’a vahiy geldiği bir gün yanında oturuyordum.
Onu bir ağırlık kapladı.
Ağırlık kapladığı zaman, onun dizleri benim dizlerimin üzerindeydi.
Allah’a yemin ederim ki, hiçbir şeyi Resûlullah’ın dizinden daha ağır bulmadım!
Sonra o hâl ondan gitti ve ‘Yaz, ey Zeyd!’ dedi.
Ben de bir kürek kemiği aldım.
Nisâ Sûresi’nin 95. âyetinin
tamamını sonuna kadar yazdım.
Âmâ bir zat olan İbni Ümmü Mektum, mücahitlerin faziletini bu âyette duyunca kalktı ve ‘Yâ Resûlallah!
Âmâ ve benzeri gibi olanlardan, Allah yolunda cihada gücü yetmeyenlerin durumları nasıldır?’ dedi.
Allah’a yemin ederim ki, onun sözü biter bitmez, Resûlullah’ı tekrar bir ağırlık kapladı.
Bu defa onun dizlerini ilkinden
daha ağır buldum.
Sonra o hâl ondan gitti,
‘Yazdığını oku.’ buyurdu.
Yazdığım kısmı okuyunca ‘Özür sahibi olmaksızın’ mealindeki cümleyi okudu, bu kısmı o âyete kattım.”
Mektupları da yazardı
Zeyd bin Sâbit, gelen vahiyden başka, hükümdarlara veya bazı kabile reislerine gönderilecek mektupları da yazardı.
Anlaşmaları kaleme alırdı.
İbranice ve Süryanice’yi öğrendi
Peygamberimizin isteği ve teşviki üzerine İbranice ve Süryanice’yi öğrendi.
İbranice öğrenişini şöyle haber veriyor:“Resûlullah bana, ‘Ey Zeyd! Sen Yahudilerin yazısını benim için öğren.
Ben vallahi bana ait yazılarda
Yahudilere itimat etmiyorum!’ buyurdu.
Ben de iki hafta geçmeden onu öğrendim.
Yahudilere bir şey yazılacağı
zaman onu ben yazardım.”
Hz. Zeyd’in Süryanice’yi öğrendiği de rivayet edilmektedir.
Bilindiği gibi, Peygamberimize gelen İbranice mektupları Yahudi mütercimler tercüme ederdi.
Veya Peygamberimiz, Yahudilere gönderilecek mektupları da onlara yazdırırdı.
Hendek Savaşı'nda
Zeyd bin Sâbit, yaşı müsait olmadığı için Bedir Savaşı’na iştirak edememiş olmasının ıstırabını yaşıyordu.
Bir fırsat doğarsa, cihat ordusuna katılmayı candan arzu ediyordu.
Nihayet İslam kahramanlarının şahlandığı Hendek Savaşı’nda Hz. Zeyd’e bir hizmet düşmüştü.
Hendek kazma işini yapamıyordu,
ama çıkan toprakları taşımak suretiyle mücahitlere yardımcı oluyordu.
Onun bu gayretini gören Resûlullah, “Ne güzel çocuk!” buyurarak taltif etti.
Hendek kazma işi tamamlandıktan sonra diğer çocukları ailelerinin yanına gönderen Peygamberimiz, Abdullah bin Ömer ile Zeyd bin Sâbit’i göndermedi.
Onların savaşa katılmalarına müsaade etti.
Teklifi kabul oldu
Peygamberimizin beka âlemine irtihâlinden sonra, bir an önce halife seçiminin bitirilmesi gerekiyordu.
Ensar ve Muhacir farklı adaylar gösteriyorlardı.
Zeyd bin Sâbit o sırada 20 yaşında, cevval bir insandı.
Farklı fikirlerin telif edilmesine yardımcı oldu ve şu şekilde konuşarak makul olanı teklif etti: “Resûlullah, Muhacirlerdendi.
Biz de Resûlullah’ın yardımcılarıydık.
Onun yerine seçilecek olanların da yardımcılarıyız.”
Çok geçmeden sahabiler
Hz. Ebû Bekir’e biat ettiler.
Böylece bu mühim mesele de
kolaylıkla halledildi.
Kur’ân’ın mushaf hâline getirilmesi
Bir Kur’ân ehli olan Zeyd bin Sâbit’in İslam’a yaptığı en büyük hizmet, Kur’ân-ı Kerim’le alakalı idi.
O, bu hususta mühim bir mesai sarf etmişti.
Bilindiği gibi, Peygamberimiz zamanında Kur’ân-ı Kerim bugünkü şekliyle bir mushaf hâline getirilmemişti.
Kur’ân’ın mushaf hâline getirilmesinde en büyük pay, şüphesiz Zeyd’e aitti.
Peygamberimize gelen vahiyler, vahiy kâtipleri tarafından kâğıt parçalarına, tabaklanmış derilere, yassı beyaz taşlara ve develerin kürek kemiklerinin üzerine yazılıyordu.
Ancak âyet ve sûrelerin yazıldığı bu parçalar bir yerde biriktirilmiyordu.
Sahabilerden isteyenler, bunları kendilerine alabiliyorlardı.
Kur’ân hafızı olan sahabiler çok olduğundan, ayrıca yazılı olanları bir araya getirmeye ihtiyaç görülmemişti.
Peygamberimizin vefatından sonra yapılan Yemâme Savaşı’nda çok sayıda hafızın şehit olması üzerine böyle bir ihtiyaç başgösterdi.
Bunu ilk defa hisseden Hz. Ömer (r.a.) oldu.
Hz. Ömer, zamanla hafızların daha da azalacağından, âyetlerin yazılı bulunduğu vesikaların kaybolabileceğinden ve bazı âyetlerin unutulabileceğinden endişe etmeye başladı.
Bu husustaki düşüncesini Halife Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) açtı.
Çeşitli yerlerde ve dağınık hâlde bulunan Kur’ân vesikalarının bir araya getirilip iki kapak arasında toplanmasını teklif etti.
Bu teklif karşısında Hz. Ebû Bekir tereddüt etti.
Çünkü Resûlullah’ın yapmadığı bir vazife teklif ediliyordu.
Ancak daha sonra aklı yattı.
İkisi birlikte bu mühim vazifeyi istişare ve müzakere ettiler.
Bu işi yapması için Zeyd bin Sâbit’i münasip gördüler.
Hz. Zeyd bin Sâbit o sıralar 20 yaş civarında bulunuyordu.
Böyle mühim bir vazife için onu seçmelerinin birçok sebebi vardı.
Her şeyden önce Hz. Zeyd, Resûlullah’ın Medine’deki hayatı boyunca vahiy kâtipliğini yapmıştı.
Ashâb içerisinde Kur’ân-ı Kerim’in tamamını ezberleyenlerden ve onu en iyi okuyanlardan birisiydi.
Çok zekiydi.
Aynı zamanda, Peygamberimiz irtihâl edeceği yıl Kur’ân’ı nasıl Cebrâil’e (a.s.) okumuşsa, Hz. Zeyd de yazdığı bütün âyetleri Peygamberimize arz etmişti.
Bu itibarla Hz. Zeyd, böyle ulvi bir vazife için “biçilmiş kaftan”dı.
Zaten böyle mühim meselelerde, yaştan ziyade ilim ve liyakat önde geliyordu.
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer, Kur’ân âyetlerinin bir araya toplatılması vazifesi için Zeyd bin Sâbit üzerinde karar verdikten sonra onu yanlarına çağırdılar.
Hz. Zeyd gelince, Hz. Ebû Bekir ona, Hz. Ömer ile aralarında geçen konuşmayı haber verdi ve şöyle devam etti: “Sen genç ve akıllı birisin.
Senin aleyhinde hiçbir şey söyleyemeyiz.
Sen Resûlullah’a gelen vahyi yazıyordun.
Kur’ân-ı Kerim’i inceleyip toplar mısın?”
Bu teklif karşısında Hz. Ebû Bekir gibi tereddüt etti, “Resûlullah’ın yapmadığı bir şeyi nasıl yaparsınız?!” dedi.
Ancak daha sonra, böyle bir şeyin yapılmasının faydasına o da inandı ve vazifeyi kabul etti
Bu vazifenin zorluğuna işaretle Hz. Zeyd şöyle diyor: “Allah’a yemin ederim ki, bana bir dağı taşımayı teklif etselerdi, Kur’ân’ı toplama işinden daha ağır gelmezdi!”
Zor da olsa böyle kutsi bir vazifeyi yapmak gerektiğine inanıyordu.
Kur’ân’ın yazılı olduğu sahifeleri araştırmaya başladı.
Çok ihtiyatlı davranıyordu.
Yazılı olarak bulduğu âyetleri hemen kabul etmiyor; bu âyetin, Resûlullah’ın huzurunda yazıldığına dair iki tane de şahit istiyordu; ondan sonra kaydediyordu.
Sahabe-i Kirâm’ın gayreti sonunda Hz. Zeyd bin Sâbit, Kur’ân’ı toplama işini bir sene gibi kısa bir zamanda tamamladı.
Sonra sahabiler toplandı.
Hz. Zeyd topladığı âyetleri onlara okudu.
Onlar da tasdik ettiler, hiçbiri itiraz etmedi.
İki kapak arasında toplatılan Kur’ân sahifeleri, vefatına kadar Hz. Ebû Bekir’in, sonra Hz. Ömer’in, daha sonra da Hz. Ömer’in kızı ve Peygamberimizin hanımı Hz. Hafsa’nın yanında kaldı.
Zeyd bin Sâbit, Hz. Ebû Bekir’in halifeliği zamanında Kur’ân-ı Kerim’in toplatılması işini yaptığı gibi, Hz. Ömer’in hilafeti zamanında da, kıraat, yani Kur’ân
okuma ilminin öğretilmesiyle meşgul olmuştu.
Fetva işleri
Fetva işlerini de yürütüyordu.
Fetva meselesinde çok sıkı ve hassas davranan Hz. Ömer, Zeyd bin Sâbit ile birkaç sahabinin dışında kalanların fetva vermesini yasaklamıştı.
Hz. Ömer bir yere sefere çıktığında Zeyd bin Sâbit’i yerine bırakıyordu.
“Halk, başkasında bulamadığını
Zeyd’de buluyor” diyerek, onun ilim ve faziletini takdir ediyordu.
Feraiz işleri
Hz. Ömer, Feraiz (miras taksimi) hakkında bir suali olanın da Hz. Zeyd’e gitmesini tavsiye ediyordu.
Mushaflar çoğaltılıyor
Zeyd bin Sâbit’in Kur’ân’a yapmış olduğu mühim hizmetlerden birisi de, Hz. Osman’ın halifeliği zamanına rastlar.
Hz. Ebû Bekir devrinde toplatılan
Mushaf bir âdet olduğu için ihtiyaca kâfi gelmiyordu.
Çünkü gün geçtikçe İslami fetihler çoğalıyor, Kur’ân-ı Kerim’in aydınlattığı çevre her gün biraz daha genişliyordu.
Bu itibarla, fethedilen şehirlerdeki Müslümanlar, kendilerine Kur’ân-ı Kerim’i ve İslam hukukunu öğretecek kimselere muhtaçtılar.
Böyle bir ihtiyaçtan dolayı güzel Kur’ân okuyan sahabiler çeşitli şehirlere dağıldılar.
Mesela Abdullah bin Mes’ud (r.a.) Kûfe’ye, Ubey bin Ka’b (r.a.) Şam’a gitmişti.
Bu sahabiler arasında Kur’ân’ın okunuşunda bazı kıraat farklılıkları vardı.
Ermenistan’ın fethinde Iraklılar ve Şamlılar beraber bulunmuşlardı.
Şamlılar Ubey bin Ka’b’ın kıraatiyle Iraklılar bu kıraati duymamışlardı Iraklılar da Abullah bin Mes’ud’un kıraatiyle okuyorlardı.
Şamlılar da bu kıraati duymamışlardı.
Bunların müracaat edebilecekleri bir kaynak olmadığından, aralarındaki ihtilaf büyüyebilir ve anlaşmazlığa sebep olabilirdi.
Ermenistan fethinde hazır bulunan Huzeyfe bin el-Yemanî (r.a.) bu ihtilaflara şahit olmuştu.
Menine’ye gelir gelmez durumu
Halife Hz. Osman’a (r.a.) haber verdi.
Bunun üzerine, meseleye bir çare getirmek için Hz. Osman, Ashâb’ın büyüklerini meşveret etmek üzere toplantıya çağırdı.
Onlarla istişare etti.
Neticede, mevcut olan nüshadan birkaç tane çoğaltılarak bu şehirlere gönderilmesine karar verdiler.
Bunun için, içlerinde Hz. Zeyd bin Sâbit’in de bulunduğu dört kişilik bir heyeti vazifelendirdiler.
Bu heyet, tek nüsha olan Mushaf’ı yedi adet olarak bir rivayette dört çoğalttılar.
Bu nüshalar başta Basra ve Şam olmak üzere çeşitli şehirlere gönderildi.
Böylece kıraat hususunda
çıkan ihtilaflar önlenmiş oldu.
Şüphesiz, bu hizmette en büyük pay Zeyd bin Sâbit’e aitti.
Müftülük hizmeti
Zeyd bin Sâbit, Hz. Ömer devrinde olduğu gibi, Hz. Osman ve Hz. Ali zamanında ve Hz. Muâviye’nin hilafetinin ilk beş yılında müftülük hizmetlerine devam etti.
Hz. Ömer gibi bunlar da fıkhi meselelerde hiç kimseyi Hz. Zeyd’e tercih etmediler.
Hz. Zeyd’in fıkıh usulü ve içtihadı kendi devrinde kabule mazhar oldu.
Öyle ki, Sahabe’den ve yedi fıkıh âliminden birisi olan Sâid bin Müseyyeb (r.a.), başkalarından duyduklarını Zeyd bin Sâbit’e sormadan kabul etmiyordu.
Hadis ilminde de hizmetleri oldu
Böylece Kur’ân ve fıkıh ilimlerine çok büyük hizmette bulunan Zeyd bin Sâbit, hadis ilminde de üstün hizmetler gördü.
Rivayet ettiği hadisleri doğrudan doğruya Resûlullah’tan işitmiş, ayrıca Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’dan da hadis öğrenmişti.
Hz. Zeyd, 92 hadis rivayet etti.
Bunlardan biri şu mealdedir: “Size iki şey bırakıyorum: Birincisi Allah’ın Kitabı’dır ki, gök ile yer arasında bir ip mesabesindedir.
İkincisi ise Âl-i Beyt’imdir ki, Havz-ı Kevser bana verilinceye kadar onlar benden ayrılamazlar.”
Ahlak timsali
Hz. Zeyd sadece ilimde şöhret kazanmakla kalmamış, güzel ahlakın da timsali olmuştu.
Aynı zamanda Resûlullah’a olan sevgisiyle de tanınmıştı.
Resûlullah’a muhabbeti o derece fazlaydı ki, her gün sabah namazında onun yanına gider, onun hizmetinde hazır bulunurdu.
Zeyd bin Sâbit, “iyiliği tavsiye, kötülükten uzaklaştırma” hususunda valiler de dâhil hiç kimseden çekinmemiş, hak ve hakikati söylemekten geri durmamıştı.
Medine valisi Meryan daima onun ilim ve fazlından istifade için yanına çağırtır, kendi makamına onu oturturdu.
Bir gün yine yanına davet etmişti.
Bir müddet sohbetten sonra çıktığında halk yanına geldi, merakla valinin kendisini niçin çağırdığını sordular.
Hz. Zeyd, “Resûlullah’tan duyduğumuz bazı şeyleri sordu.” dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti: “Resûlullah şöyle buyurdu: ‘Bizden bir hadis duyarak bunu hafızasında tutan ve başkasına duyuran kimsenin Cenâb-ı Hak yüzünü nurlandırsın!
Çünkü bazen fakih olmadıkları hâlde fıkhı taşıyan kimseler vardır.
Çok kimseler fıkhı kendilerinden
daha fakih kimselere ulaştırırlar.
Üç sıfat vardır ki, her Müslüman onları yerine getirmekle mükelleftir.
Bunlar:
(1) ihlas ve Allah rızasından ayrılmamak,
(2) amir durumunda olanlara nasihat etmek
(3) bir de cemaat ruhunu muhafaza etmektir.
Kur’ân’ı en güzel okuyan sahabi
Zeyd bin Sâbit, Kur’ân’ı en güzel okuyan sahabi olduğu ittifakla kabul edildiği hâlde, tevazuunu ve ilme olan arzusunu şöyle ifade ederdi: “Kur’ân’ı benden daha güzel okuyanı bilsem, devemin ulaştığı yere kadar ona giderim!”
Vefatı
Bütün hayatı İslam’a hizmetle geçen Zeyd bin Sâbit, Hicrî 45 yılında beka âlemine irtihâl etti.
Vefatı İslam âleminde teessürle karşılandı.
Bütün Müslümanlar bu büyük âlimin ölümünden mahzun oldu.
İlmin gömülmesi
İbni Ömer “Bugün insanların en âlimi öldü!” derken, İbni Abbas da birçok âlimin ilmiyle toprağa gömüldüğünü söylüyor ve Hz. Zeyd’in kabrine işaretle, “İşte, ilmin gömülmesi böyledir.” diyordu.
Allah ondan razı olsun!
|
2.kaynak İslam tarihi ansiklopedisi

Eshâb-ı kiramın büyüklerinden.
610 yılında Medine’de doğdu.
674 (H. 55)’de aynı yerde vefat etti.
Nesebi; Zeyd bin Sabit bin Dahhâk bin Zeyd bin Lûzân bin Amr bin Abdiavf bin Ganın bin Mâlik bin Neccâr el-Ensâriyyi’l-Hazrecî, Benî Neccâr’dır.
Annesi, Nevvâr binti Mâlik bin
Müâviye bin Adî’dir.
Lakabı ise el-Kârî’ eya el-Mukrî’dir.
Babası Sabit hicretten önce Evs ile Hazrec kabileleri arasında (Yevm-ül-Buâs) adıyla bilinen bir muharebede ölmüştü.
Babası öldüğünde çocuk olan Zeyd (radıyallahü anh) henüz altı yaşlarında idi. Annesi tarafından büyütüldü, yetiştirildi.
İslamla tanışması
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, İslâmiyet’i yaymak üzere Eshâb-ı kiramdan Mus’âb bin Umeyr’i (radıyallahü anh) Medine’ye göndermişti.
Bu sırada on bir yaşlarında olan Zeyd bin Sabit de, Mus’âb bin Umeyr vâsıtası ile müslüman oldu.
Müslüman olunca hemen, Kur’ân-ı kerîmin vahyolunan âyetlerini ezberlemeye başladı.
Bir taraftan ezberliyor, bir taraftan da Benî Neccâr kabîlesinin çocuklarına öğretiyordu.
Kur’ân-ı kerîme olan muhabbet ve sevgisinden Peygamber efendimiz Mekke’den Medine’ye hicret etmeden önce, on yedi sûreyi ezberlemişti.
Hicretten sonra, Peygamberimiz onun bu hâlini büyük bir memnuniyetle karşıladı.
Bedr savaşı yapıldığında Zeyd bin Sabit onüç-ondört yaşlarında idi.
İslâm ordusu hareket etmek üzere iken o da katılmak istedi.
Fakat yaşı küçük olduğu için Resûlullah efendimiz izin vermedi.
Emre itaat edip Medine’de kaldı.
Aynı sebeble Uhud savaşına da katılamadı.
Hendek harbinde hazırlık için önce hendek kazma işinde çalışmış, sonra savaşa katılıp, büyük fedâkârlıklar göstermişti.
Peygamberimiz; “Bu ne güzel bir genç” diyerek onu taltif buyurmuşlardır.
Tebük'te
Tebük gazvesinde Mâlik bin Neccâr’ın sancağını Ümâre bin Hazm taşıyorken Resûl-i ekrem, sancağı alıp, Zeyd bin Sâbit’e vermiş, Ümâre’nin, “Yâ Resûlallah! Yoksa aleyhimde bir şey mi duydun?” demesi üzerine de; “Hayır! Kur’ân-ı kerîm öncedir.
Zeyd ise Kur’ân-ı kerîmi senden daha çok bilir” buyurmuştur.
Hudeybiye andlaşmasında, Mekke’nin fethinde, Huneyn gazvesinde ve Tâif muhasarasında ve Veda haccında bulunmuştur.
Yemame harbinde
Resûl-i ekrem efendimizin vefatından sonra, hazret-i Ebû Bekr devrinde meydana gelen Yemâme harbine katılarak, yalancı peygamberlik iddia eden Müseylemet-ül-Kezzâb’a karşı savaşırken yaralanmıştı.
Meziyetlerinden...
Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi vesellem efendimizin hayâtı müddetince, vahy kâtipliğinden başka, yazılar da yazardı.
Peygamberimiz, bâzı hükümdarlar tarafından gönderilen mektupların hatasız tercüme edilmesi için, Zeyd’e (radıyallahü anh) Süryânî ve İbranî lisanlarını öğrenmesini emir buyurmuşlardı.
Çok zekî olan hazret-i Zeyd, on beş gün gibi kısa bir zamanda, her iki dili de öğrenmeye muvaffak olmuştu.
Bundan sonra bu lisanlarla Medine’ye gönderilen hükümdarların mektuplarını tercüme etti.
Hazret-i Ömer’in ve hazret-i Osman’ın hilâfetleri zamanında da onların yazı işlerini îfâ etti.
Halîfe hazret-i Osman onu, Beytülmâl emîni tâyin etmişti.
Bir hadîs-i şerîfde buyrulduğu gibi, Eshâb-ı kiram arasında ferâiz ilmini yâni mîras hukukunu en iyi bilen o idi.
İbn Abbas ile bir hatırası
Hazret-i Ömer, her zaman Hazret-i Ali ile beraber Zeyd bin Sâbit’i danışma meclisine davet ederdi.
Abdullah bin Abbâs (radıyallahü anh) âlim olduğu hâlde, Zeyd bin Sabit hazretlerinin evine kadar gidip, ondan istifâde ederdi. Bir defa Zeyd bin Sabit (radıyallahü anh) hayvana bineceği zaman Abdullah bin Abbâs üzengiyi tutmuş, o da, kendisini men edince; “Biz âlimlerimize böyle hürmet ederiz” demiş.
Zeyd hazretleri de İbn-i Abbâs’ın elini tutarak öpmüş; “Biz de Peygamber efendimizin Ehl-i beytine böyle hürmet etmekle emrolunduk” demiştir.
Zeyd bin Sabit hazretleri, Sahabe devrinde bile Medîne’nin baş kadısı idi.
Ferâiz, kıraat ve tefsîr ilminde
de baş imâm idi.
İmâm-ı Şafiî, ferâiz hususunda Zeyd’in (radıyallahü anh) kavlini tercih ederdi. Zeyd bin Sabit (r. anh), kıraat ilminde Eshâb-ı kiramın en yükseklerindendi. Kur’ân-ı kerîmin tamâmını güzelce ezberlemiş, kendisinden İbn-i Abbâs, Ebû Abdi’r-Rahmân es-Sülemî gibi Sahâbe-i kiram Kur’ân-ı kerîm okumuşlardır.
Kıraat ilmi
İslâm ilimleri içinde en yüksek olan kıraat ilmiydi. Bu ilim sayesinde, Kur’ân-ı kerîm bozulmaktan ve değişmekten korunmuştur.
Bu ilmin mütehassıs âlimleri, kelâm-ı ilâhînin kıraat şekillerini ve tevatür hâlindeki ihtilâfları zabt ve kaydetmişlerdir.
Böylece Kur’ân-ı kerîmin okunması hususundaki tereddütleri bertaraf etmişlerdir.
Hazret-i Zeyd bin Sabit’in bu ilimdeki üstünlüğü, Eshâb-ı kiramın ve Tabiînin ileri gelenlerinin îtirâfı ve takdiri ile sabittir.
Eshâb-ı kiram arasında kıraat ilminde imamlık derecesine yükselenler, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, hazret-i Ömer bin Hattâb, hazret-i Osman bin Affân, Ali bin Ebî Tâlib, Übeyy bin Ka’b, Zeyd bin Sabit, Abdullah bin Mes’ûd, Ebüdderdâ, Ebû Mûsel Eş’arî’dir (radıyallahü anhüm). Bunlar Resûlullah’dan bizzat kıraat eden sağlam vesikalardır.
Hazret-i Ömer, hazret-i Zeyd’in kıraati ile Übeyy bin Ka’b’ın kıraatini karşılaştırır ve hazret-i Zeyd’in kıraatini tercih ederdi. Çünkü o, Kureyş kırâatına tam uygundu. Hazret-i Übeyy bin Ka’b, hayâtta bulunduğu müddetçe insanların kırâatda danışma mercü olmuşsa da, vefatından sonra bütün müslümanlar Medîne-i münevverede hazret-i Zeyd’in etrafında toplanmışlar ve kendisi bütün ilim ehlinin kıblesi olmuştur.
Şimdi onun zamanından bu zamana kadar, on dört asırdan beri, hâlen ondan rivayet edildiği şekilde Kur’ân-ı kerîm okunmaktadır.
Fetva ve feraiz makamında
Süleyman bin Yesâr diyor ki: “Hazret-i Ömer ile hazret-i Osman; fetva, ferâiz ve kıraat hususunda, hiç bir kimseyi Zeyd üzerinde takdim etmezlerdi.”
Tefsir'de
Zeyd bin Sabit (radıyallahü anh), tefsîr ilminde de çok ilerde idi.
Vahy kâtibi olmak şerefine sâhib, fevkalâde zekî, Hulefâ-i râşidîn’e yakın olmasından dolayı, bir çok âyet-i kerîmenin nüzul sebebini bilen; hakîkat ve hikmetlerine vâkıf olanlardandı.
Hadîs, fıkıh, ferâiz, kaza yâni hüküm verme ve fetva ilimlerinde de söz sahibi bir âlimdi.
Resûl-i ekremin senelerce huzûr-i saadetinde bulunmuş, o ilâhî menbâdan feyz almış, kalbine pek çok şeyler akmıştır.
Hz Ömer devrinde
Hazret-i Zeyd, daha hazret-i Ömer devrinde ferâiz ile ilgili mes’eleleri tertip ederek, bu ilmin esaslarını bizzat yazıp, tedvîn etmiştir.
Zâten bu ilimdeki üstünlüğünü, Resûlullah efendimiz; “Ümmetimin içinde ferâizi en iyi bilen Zeyd bin Sâbit’tir” buyurarak tasdîk ve taltif buyurmuştur.
Fıkıh'ta
Fıkıh ilminin her mes’elesinde, Eshâb-ı kiramın en yüksek müctehidlerindendi. Daha Resûl-i ekrem efendimiz zamanında fetva vermek şerefine kavuşmuştu.
Müftü
Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman, hazret-i Ali ve hazret-i Muâviye devirlerinde Medîne’nin en büyük müftüsüydü.
Eshâb-ı kiramın fakihlerinin ilk tabakasındandı.
Fetvaları toplandığı zaman büyük cildler ortaya çıkar.
Hz Osman devrinde
Zeyd bin Sabit, hazret-i Osman’ın halifeliği sırasında da, onun en başta gelen yardımcılarından olmuştur.
Hazret-i Ebû Bekr devrinde bir kitap hâlinde toplanılan Kur’ân-ı kerîmin tek nüshası, hazret-i Osman’ın emri ile yine Zeyd bin Sabit başkanlığında bir hey’et tarafından çoğaltılıp altı aded mushaf-ı şerîf yazılarak, belli merkezlere gönderilmiştir.
Böylece bu şerefli vazifeyi yapmak ona nasîb olmuştur.
Vefatı
"Zeyd (radıyallahü anh), 665 (H. 45) senesinde hazret-i Muâviye’nin halîfeliği sırasında Medîne’de vefat etti.
Bu sırada yaşları ellinin üzerindeydi. Cenazesinde Abdullah ibni Abbâs, Sa’îd bin Müseyyib ve Ebû Hüreyre (radıyallahü anhüm) de bulundular.
Namazını Mervân bin Hakem kıldırdı.
İmâm-ı Buhârî’nin Târih’inde naklettiğine göre, Abdullah ibni Abbâs hazretleri; “Bu gün ilim hazînesi defnolundu” diye teessürlerini ifâde etmiş ve meşhûr şâir Hassan bin Sabit de acıklı bir mersiye okumuş, herkes üzüntülerini belirtmişlerdi.
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh); “Bu ümmetin âlimi vefat etti.
Umulur ki, Allahü teâlâ, Abdullah ibni Abbâs’ı ona halef buyurur” demişti.
Zeyd bin Sâbit’in oğlu Hâricetebni zeyd, Fukahâ-i Seb’a denilen yedi büyük âlimden birisidir.
Rivayet ettiği hadislerden...
Zeyd bin Sâbit’in Peygamber efendimizden rivayet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
✔ Kim İslâm dîninden başka bir milletin (dînin) yemini üzerine yalan yere, bile bile yemin ederse, o dediği gibi olur.
✔ Kim kendini bir şeyle öldürürse, kıyamet günü onunla azâb olunur.
✔ Bir kişi üzerine, mâlik olmadığı şeyde nezretmek yoktur.
✔ Bir mü’mine lanet etmek, onu öldürmek gibidir.”
✔ “Kim dünyalık peşinde olarak sabahlarsa, Allahü teâlâ onun işini zorlaştırır, malzemesini dağıtır.
Kendisini aç gözlü kılar, yoksulluğu gözünün önünde canlandırır. Dünyâdan da nasibinden fazla bir şey kendisine verilmez. Ama âhiret düşüncesiyle sabahlayan kimsenin işini Allahü teâlâ kolaylaştırır, varlığını (servetini) korur, kalbini zenginleştirir, kendisi yüz çevirdiği hâlde dünyâ kendisine teveccüh eder (yönelir)
|
3.kaynak İslam Ansiklopedisi

Künye
Ebû Hârice (Ebû Saîd) Zeyd b. Sâbit b. Dahhâk el-Hazrecî en-Neccârî
(ö. 45/665 )
Hicretten on bir yıl önce (m. 611) Medine’de doğdu.
Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolundandır.
Babası Sâbit, Buâs savaşında öldüğünde Zeyd altı yaşındaydı.
Annesi Nevvâr bint Mâlik’tir.
Üstün yetenekli
Çok akıllı ve hâfızası güçlü bir çocuk olan Zeyd, Hz. Peygamber Medine’ye gelmeden önce on yedi sûreyi ezberlemişti.
Hicretten hemen sonra akrabaları tarafından Resûl-i Ekrem’e tanıtıldı, ezberlediği sûreleri ona okudu ve onun takdirini kazandı.
Resûlullah, yahudilerle yaptığı görüşmeler ve yazışmalar sırasında kendisine yardımcı olması için Zeyd’in İbrânîce (veya Süryânîce) yazmayı öğrenmesini istedi; o da kısa sürede bu yazıyı öğrendi.
Bedir Gazvesi’nde esir düşen müşriklerin okur yazarlarından okuma yazma öğrenenler arasında Zeyd de vardı
Zeyd b. Sâbit’in ayrıca Farsça, Rumca, Kıptîce ve Habeşçe bildiği, Farsça’yı kisrânın elçisinden, Rumca’yı Resûlullah’ın hâcibinden, Habeşçe’yi ve Kıptîce’yi de yine Resûlullah’ın hizmetçilerinden öğrendiği rivayet edilmektedir
Kuran'ın toplanması (El mushaf)
Yemâme Savaşı ile diğer bazı savaşlarda hâfız sahâbîlerden bir kısmının şehid olması üzerine Kur’an’ın toplanması fikrini Halife Ebû Bekir’e açan Hz. Ömer bu hususta onu ikna etti.
Ebû Bekir’in emriyle Zeyd b. Sâbit’in başkanlığında kurulan heyet Kur’an âyetlerinin yazılı olduğu sayfaları bir araya getirip Kur’an’ı cemetmekle görevlendirildi.
Yanlarında yazılı Kur’an metinleri bulunanların bunların âyet olduğuna şâhitlik edecek iki kişiyle birlikte heyete başvurmaları ilân edildi.
Heyet üyeleri ashabın getirdiği yazılı metinleri kontrol edip yazıyordu.
Böylece Kur’an yazılı malzeme ve ezber yardımıyla eksiksiz olarak toplandı ve Hz. Ebû Bekir’e teslim edildi.
Cemedilen Kur’an başta Hz. Ömer ve Ali olmak üzere bütün sahâbenin onayını aldı.
Abdullah b. Mes‘ûd’un tavsiyesine uyularak derlenen metne “el-mushaf” adı verildi.
Hz. Ömer devrinde
Yermük Savaşı günü Zeyd’e ganimetleri taksim etme görevi verildi.
Hz. Ömer, Zeyd’i kendisine danışman tayin etti.
Hem bazı nasların anlaşılması ve uygulanmasında hem de hakkında nas olmayan yeni meselelerin çözümünde ona danışırdı.
Yine Ömer döneminde Medine’de davalara Zeyd bakar, halife şehirde bulunmadığı zaman ona vekâlet ederdi.
Hz. Osman döneminde
Halifeye vekâletin yanı sıra beytülmâle bakmakla görevlendirildi.
Aynı dönemde, Ebû Bekir zamanında cemedilen mushafı çeşitli şehirlere gönderilmek üzere istinsah eden heyetin başkanlığını yaptı.
Hz. Osman’ın evi kuşatıldığında halifenin evine girdi, dışarıdaki muhasaracıları teskin etmeye çalıştı ve ensardan bazılarını muhasaradan vazgeçirdi.
Zeyd’in 45, vefat ettiğine dair rivayet güçlüdür
Cenaze namazını Hicaz Valisi Mervân b. Hakem kıldırmış, Medine’de birçok kişi onun için üç gün yas tutmuştur.
Zeyd birkaç evlilik yapmıştır.
İlk eşi Ümmü Cemîl bint Mücellil’den bir, Ümmü Sa‘d Cemîle bint Sa‘d b. Rebî‘den on üç, Amre/Umeyre bint Muâz b. Enes’ten dört; adı bilinmeyen bir hanımdan dört; bir diğerinden ise yedi olmak üzere yirmi dokuz çocuğu dünyaya gelmiştir.
İslâm tarihi boyunca Zeyd b. Sâbit’in adı Hz. Ömer, Ali, İbn Mes‘ûd, Übey b. Kâ‘b ve Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’yle birlikte ilim ve fetva ehli olan sahâbîler arasında zikredilmiştir.
Zeyd fıkhî konularda vuku bulmuş olaylar üzerine görüş bildirir, kendisine sorulan bir olayın vuku bulup bulmadığını sorar, gerçekleşmeyen olaylar hakkında cevap vermezdi.
Ahmed b. Hanbel el-Müsned’de Zeyd b. Sâbit’ten doksan beş hadis nakletmiştir.
Yanlış anlatılan hadis ve uygulamaları farkettiğinde hemen düzeltirdi.
Zeyd b. Sâbit ayrıca geniş ferâiz bilgisine sahipti.
Bu husus onu bi‘set döneminde ön plana çıkaran önemli özelliklerdir.
Hz. Peygamber, “Ümmetim içinde ferâizi en iyi bilen Zeyd’dir” sözüyle dile getirmiştir
|
Babası Sâbit, Buâs savaşında öldüğünde Zeyd 6 yaşındaydı Mus’âb bin Umeyr vâsıtası ile 11 yaşlarında müslüman oldu
Müslüman olunca hemen, Kur’ân-ı kerîmin vahyolunan âyetlerini ezberlemeye başladı.
Bir taraftan ezberliyor, bir taraftan da Benî Neccâr kabîlesinin çocuklarına öğretiyordu.
Kur’ân-ı kerîme olan muhabbet ve sevgisinden Peygamber efendimiz Mekke’den Medine’ye hicret etmeden önce 17 sûreyi ezberlemişti.
Hicretten sonra, Peygamberimiz onun bu hâlini büyük bir memnuniyetle karşıladı.
Bedr savaşı yapıldığında Zeyd bin Sabit ondört yaşlarında idi
Yaşı küçük olduğu için Resûlullah efendimiz izin vermedi.
Bedir Savaşı’nda Esirlerden okuma yazma bilenler, “Müslümanlardan 10 kişiye okuma yazma öğretmek” şartıyla serbest bırakılacaklardı.
Bu esir müşriklerden okuma yazma öğrenenlerden birisi de Zeyd bin Sâbit’ti.
Hz. Zeyd bin Sâbit, okuma yazmayı iyice öğrendikten sonra, Resûlullah’a gelen vahiyleri yazmaya başladı.
Peygamberimizin vahiy katibi oldu.
Ubey bin Kâ’b 'dan, sonra 2. o idi
Zeyd bin Sâbit, gelen vahiyden başka, hükümdarlara veya bazı kabile reislerine gönderilecek mektupları da yazardı.
Anlaşmaları kaleme alırdı.
Hattâ Peygamberimizin isteği ve teşviki üzerine İbranice ve Süryanice’yi öğrendi.
15 günde bu dilleri ayrı ayrı öğrendi.
Yaşı ufak olduğundan, Uhud savaşına da katılamadı.
Hendek harbinde hazırlık için önce hendek kazma işinde çalışmış, sonra savaşa katılıp, büyük fedâkârlıklar göstermişti.
Tebük gazvesinde Mâlik bin Neccâr’ın sancağını Ümâre bin Hazm taşıyorken Resûl-i ekrem, sancağı alıp, Zeyd bin Sâbit’e vermiş, Ümâre’nin, “Yâ Resûlallah! Yoksa aleyhimde bir şey mi duydun?” demesi üzerine de; “Hayır! Kur’ân-ı kerîm öncedir.
Zeyd ise Kur’ân-ı kerîmi senden daha çok bilir” buyurmuştur.
Peygamberimizin beka âlemine irtihâlinden sonra, bir an önce halife seçiminin bitirilmesi gerekiyordu.
Ensar ve Muhacir farklı adaylar gösteriyorlardı.
Zeyd bin Sâbit o sırada 20 yaşında, idi.
Şu şekilde konuşarak makul olanı teklif etti: “Resûlullah, Muhacirlerdendi.
Biz de Resûlullah’ın yardımcılarıydık.
Onun yerine seçilecek olanların da yardımcılarıyız.”
Çok geçmeden sahabiler Hz. Ebû Bekir’e biat ettiler.
Hazret-i Ebû Bekr devrinde meydana gelen Yemâme harbine katılarak, yalancı peygamberlik iddia eden Müseylemet-ül-Kezzâb’a karşı savaşırken yaralandı.
Yermük Savaşı günü Zeyd’e ganimetleri taksim etme görevi verildi.
Hazret-i Ömer’in ve hazreti Osman’ın hilâfetleri zamanında da onların yazı işlerini îfâ etti.
Halîfe hazret-i Osman onu, Beytülmâl emîni tâyin etmişti.
Eshâb-ı kiram arasında ferâiz ilmini yâni mîras hukukunu en iyi bilen o idi.
Ferâiz, kıraat ve tefsîr ilminde de baş imâm idi.
Kur’ân’ın mushaf hâline getirilmesinde en büyük pay, şüphesiz Zeyd’e aitti.
Hz. Zeyd bin Sâbit’in de bulunduğu dört kişilik bir heyet, tek nüsha olan Mushaf’ı yedi adet olarak çoğalttılar.
Şimdi onun zamanından bu zamana kadar, on dört asırdan beri, hâlen ondan rivayet edildiği şekilde Kur’ân-ı kerîm okunmaktadır.
Zeyd birkaç evlilik yapmıştır.
Zeyd (radıyallahü anh), 665 (H. 45) senesinde hazret-i Muâviye’nin halîfeliği sırasında Medîne’de vefat etti.
Namazını Mervân bin Hakem kıldırdı
|
|
|
 |
|