Abdullah bin Ömer (r.a.)
Ebû Abdirrahmân Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb el-Kureşî el-Adevî
(ö. 73/692)
Nübüvvetin 3. yılında Mekke'de doğdu
Hz. Abdullah, babası Müslüman olduğunda beş yaşlarında bir çocuktu.
Bu sebeple hiç puta tapmamıştı.
İslamiyet’i anlayabilecek bir yaşa geldiğinde hemen Müslüman oldu.
Daha sonra da Medine’ye hicret etti.
Hz. Peygamber’in zevcesi Hafsa ile ana baba bir kardeştir.
Bedir ve Uhud'da yaşı küçüktü
Bedir Savaşı için hazırlanan orduya katılmak istiyor, kabına sığmıyordu.
Fakat Peygamberimiz, yaşı küçük olan birkaç kişiyle birlikte onun da orduya katılmasına müsaade etmedi.
Bu, Hz. Abdullah’ı çok üzdü.
Kendisi bununla ilgili olarak şöyle der: “Beni ufak tefek bulduğu için savaşa katılmama müsaade etmedi.
Sabaha kadar ağlayarak, üzüntü içinde kıvranıp uykusuz geçirdiğim başka bir gece hatırlamıyorum.”
Hz. Abdullah, yaşının küçük olması dolayısıyla Uhud Savaşı’na da katılamadı.
Artık büyümüştü
Uhud'dan sonra artık Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara iştirak etti.
Çok büyük kahramanlıklar göstererek Resûlullah’ın takdirini kazandı.
Suffe Ashabı'na katıldı
Abdullah (r.a.), Hicret’ten sonra kendilerini sadece İslamiyet’i öğrenmeye adayan ve başka bir işle meşgul olmayan Suffe Ashâbı’na dâhil oldu.
Onlarla birlikte mescitte yatıp kalkmaya başladı.
Böylece küçük yaştan itibaren hem Peygamberimizden,hem de birlikte kaldığı sahabilerden feyiz aldı.
Bilgisini artırdı.
Kısa zamanda Suffe Ashâbı’nın mümtaz şahsiyetleri arasında yer aldı.
İlim meclislerine katıldı, İslami meselelerde derin bilgi ve söz sahibi oldu.
Peygamberimiz, Hz. Abdullah’ı çok sever, zaman zaman ona bazı tavsiyelerde bulunurdu.
Bir defasında, o sıralar henüz çok genç olan Hz. Abdullah’ın omuzundan tutarak şöyle buyurdu: “Ey Abdullah, dünyada kendini garip bir yolcu kabul et, kabir ehlinden say.
Ey Ömer’in oğlu, ahirette dinar da dirhem de yoktur, orada iyilik ve kötülüğün karşılaştırılması vardır.
Elbisesini gururla çeken kimselerin yüzüne o gün Allah bakmaz.”
Artık Hz. Abdullah, ondan sonraki bütün hayatını bu tavsiyelerin ışığında yaşadı.
Rüyası
Hz. Abdullah mescitte kaldığı günlerde bir rüya görmüştü.
Rüyasında iki melek kendisini alarak cehenneme götürmüştü.
“Cehennemden Allah’a sığınırım, cehennemden Allah’a sığınırım, cehennemden Allah’a sığınırım!” demeye başladı.
O sırada onları başka bir melek karşıladı ve Hz. Abdullah’a, “Korkma.” dedi.
Abdullah (r.a.) bu rüyayı kız kardeşi Hafsa (r.a.) vasıtasıyla Peygamberimizden sordurdu.
Resûlullah (a.s.m.), “Abdullah ne iyi birisidir; bir de geceleyin namaz kılsa!” buyurdu.
Bundan böyle Hz. Abdullah geceleyin pek az uyumaya başladı.
Gece namazı kılmaya devam etti.
Abdullah’ın (r.a.) Resûlullah’a derin bir muhabbeti vardı.
Kalbi, ruhu, bütün varlığı onun sevgisiyle doluydu.
Bu sevgi sebebiyledir ki, zaruri işleri dışında Resûlullah’tan bir an bile ayrılmamış, “Nübüvvet mektebinden kana kana feyiz almıştı.
Bütün vaktini ilim öğrenmeye ayırmıştı.
Ne var ki, her fâni gibi Peygamberimiz de bu dünyadan ayrıldı.
Bu ayrılık Hz. Abdullah’ı hicrana boğdu.
Resûlullah’tan bahsedildiğinde gözyaşlarını tutamazdı.
Bir yolculuğa çıkarken ve yolculuktan dönüşte ilk olarak Peygamberimizin kabrini ziyaret ederdi.
Hz Ebubekir Dönemi
Suriye ve Irak fetihlerinde, Yermük savaşında bulundu (636)
Hz. Ömer döneminde
Hz. Abdullah, babası Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Mısır’ın, Kuzey Afrika’nın, Horasan’ın ve Taberistan’ın
fethine katıldı.
Nihâvend savaşına katıldı (642)
İdarecilik işlerinde babasına yardımcı oldu.
Müslümanların karşılaştıkları müşkil meseleleri halletti.
Kıyamete kadar gelecek olan Müslüman nesillerin önünde onlara yol gösteren yıldız sahabilerden birisi olan Hz. Abdullah’ın sünnete uymaktan sonra en bariz vasfı, cömertliğiydi.
Bu bahtiyar sahabi, “Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe fazilet ve üstün sevaba erişemezsiniz.” mealindeki âyet-i kerimenin hakikatine erenlerdendi.
Bununla alakalı olarak gelen rivayetlerde, onun bu husustaki örnek davranışlarından misaller verilir.
Bir defasında devesine binmişti.
Devenin yürüyüşü çok hoşuna gitti: “Ne güzel, ne güzel!” deyip deveyi çöktürdü.
Yanında bulunan Hz. Nâfi’ye (r.a.), devenin semerini indirmesini söyledi.
Semeri indirildikten sonra ona: “Sen hiç bu kadar güzel başlı bir deve gördün mü?” diye sordu.
Artık anlaşılmıştı ki, o bu güzel deveyi hacda kurban edecekti…
Hz. Nâfi ona: “Bu deveye yazık olur, satarsan parasıyla birkaç tane kurbanlık deve alabilirsin.” dediyse de, aldırış etmeyen
Hz. Abdullah, ona deveyi işaretlemesini ve kurbanlık develerin arasına katmasını söyledi.
Çünkü o, en çok sevdiği şeyleri Allah yolunda feda etmeyi hayatının temel bir düsturu olarak benimsemişti.
Abdullah bin Ömer’in en meşhur hasleti, fakirlere, yetimlere ve kimsesizlere gösterdiği alakadır.
Hz. Abdullah, sofrasında her zaman bir yetim veya fakir bulunmasına dikkat ederdi.
Öğle ve akşam yemeklerine oturduğunda, hemen civardaki yetimlere haber gönderir ve yemeğe onlar geldikten sonra başlardı.
Mescitten çıkarken, yol üstünde karşılaştığı fakirleri evine götürür, yemek yedirirdi.
Hanımı, onun çoğu zaman bu âdeti yüzünden aç kalması sebebiyle üzülürdü.
Çünkü Hz. Abdullah bütün yemeğini fakirlere ikram ederdi.
Bu yüzden hanımı bir defasında mescit çıkışında duran fakirlere haber göndererek onlara kendisinin yemek vereceğini bildirdi.
Hz. Abdullah mescitten çıkınca yolda kimseyi bulamadı.
Eve döndüğünde: “Bana filan kişileri çağırın.” diye emretti.
Hanımı o kişilere yemek gönderdiğini söyleyince : “ Sizin maksadınız bana yemek yedirmemek galiba!” diyerek, o gün ve akşam yemeklerini yemedi.
Hz. Abdullah, aynı zamanda zulüm karşısında hakkı çekinmeden haykırabilen, mert ve cesur bir karaktere sahipti.
Hz.Osman Dönemi
Babasının, hilâfet yükünü Ömer ailesinden bir kişinin omuzlamasını yeterli görmesi ve kendisinden sonraki halifeyi seçecek heyette oğlunun sadece müşavir sıfatiyle bulunup halifeliğe talip olmaması konusundaki tavsiyesine uydu.
Esasen oğlunun uysal karakterini iyi bilen Hz. Ömer, onu hilâfet gibi ağır bir sorumluluğu gerektiren görevi taşıyacak güce sahip bulmamıştı
Hz. Osman’ın ısrarla yaptığı teklifini her seferinden reddetti.
Hz Ali Dönemi ve sonrası
Nitekim Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra halife olması için teklifler almış, Hakem Vak‘ası’nın cereyan ettiği gün Hz. Ali ve Sa‘d b. Ebû Vakkas gibi adaylara rağmen, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî tarafından en uygun halife adayı olarak gösterilmiş ve Yezîd b. Muâviye’nin ölümünden sonra da büyük bir çoğunluk tarafından halife olması istenmiştir; fakat o muhalifleri üç kişi bile olsa, bu yüzden kan dökülmesine razı olamayacağını söyleyerek bu teklifleri reddetmiştir.
Hz. Ali’ye ve Yezîd b. Muâviye’ye herkes biat edip de icmâ meydana geldikten sonra biat etmesi, onun siyasî olaylar karşısındaki temkinli tavrını gösterir.
Emevi Dönemi
Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin de bulunduğu İstanbul seferine (49/669) iştirak eden Hz. Abdullah, müslümanlar arasında çeşitli fitnelere yol açan savaşlardan ve hadiselerden hep uzak durmuştur.
Zalim Haccac'a haddini bildiriyor
Hayatının son yıllarında Haccâc’a karşı yaptığı sert çıkışlar bunu gösterir.
Bir defasında Zalim Haccâc’ın cuma hutbesini çok fazla uzatması üzerine oturduğu yerden: “Güneş seni beklemez!” diye bağırmış ve onun: “Senin başını kesmek isterdim!” sözüne de: “Bilirim, yaparsın; çünkü sen sefihin birisin!” diye cevap vermişti.
Bir hutbede Abdullah b. Zübeyr’i Kur’ân-ı Kerîm’i tahrif etmekle suçlayan Haccâc’a, “Yalan söylüyorsun!
Bunu ne o yapardı, ne de böyle bir şey yapmaya senin gücün yeter” diye çıkışmıştır
Nitekim 73 (693) yılı hac mevsiminde Mina’da bulunduğu sırada, biri elindeki mızrağı onun ayağına düşürüp yaralanmasına sebep olmuştu.
Daha sonra hasta yatağında kendisini ziyarete gelen ve bu olaya meydan veren kimseyi ele geçirdiği takdirde öldüreceğini söyleyen Haccâc’a İbn Ömer, silâh taşınması yasak olan Harem bölgesine silâh sokulmasına izin vermek suretiyle bu olaya kendisinin sebep olduğunu söylemiştir
Onu yaralayan mızrağın zehirli olduğuna dair rivayetler de vardır.
Allah (cc), Hz. Abdullah'tan razı olsun.
İlim tarihine “Dört Abdullah” olarak geçen Abdullah’lardan birisi olan Hz. Abdullah’ın tefsir, fıkıh ve bilhassa hadis ilminde apayrı bir yeri vardı.
2630 hadis rivayet ederek “en çok hadis rivayet eden” sahabiler arasında Ebû Hüreyre’den sonra ikinci sırayı aldı.
Hz. Abdullah hadis rivayet ederken “ince eleyip sık dokurdu.”
Rivayet ettiği hadislerde kelimelere, harflere dahi dikkat ederdi.
Aynı manaya gelse bile Resûlullah’ın kullandığı kelimeden başka bir kelime kullanmazdı.
Hadis rivayet ederken tane tane konuşurdu.
Dinleyiciler ona hayran kalırlardı.
Rivayet ettiği hadislerden bazıları:
“Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir.
Ona haksızlık yapmaz.
Tehlikeli bir durumda kalsa yalnız bırakmaz…
Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını karşılarsa, Allah da onun ihtiyacını giderir.
Kim bir Müslüman’ın üzüntüsünü giderirse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter.”
“Şu dört şey kimde bulunursa tam bir münafık olur.
Bunlardan biri kendisinde bulunan kimse de, onu terk edinceye kadar münafıklığın vasfını taşımış olur.
Bu dört şey şunlardır: Konuştuğu zaman yalan söyler.
Söz verdiği zaman sözünde durmaz.
Anlaşma yaptığı zaman vazgeçer.
Düşmanlık yaptığında sınırı aşar ve daha çok kötülükte bulunur…”
Peygamberimiz bir adamı bir diğerini utangaçlığından dolayı ayıplarken gördü.
Adam şöyle diyordu: “Bu utangaçlığın sana çok zararı olur.”
Bunun üzerine Resûlullah (a.s.m.): “Bırak onu.
Şüphesiz ki hayâ, imandandır.” buyurdu.
Hz. Abdullah hadis, tefsir ve fıkıh ilmine vâkıf olduğu hâlde fetva verirken çok titiz davranırdı.
Kesin olarak bilmediği veya tereddüdü olduğu meselelerde,“Ben bu meseleyi bilmiyorum.”deme tevazuunu gösterirdi.
Çokları onun bu samimi itirafına hayret ederlerdi.
Bir defasında Hz. Abdullah’tan fetva istemişlerdi.
O, “Ben bu meseleyi bilmiyorum.” dedi.
Suali soran ısrar edince Hz. Abdullah,“Ben senin vasıtanla cehenneme köprü kuramam!”diye karşılık verdi.
|
|
|
 |
|