
Ebû Muhammed Abdullah b. Cahş b. Riâb b. Ya‘mer el-Esedî
D. 585 Mekke
Kabile : Esedoğulları
Anne : Peygamberimizin halası Ümeyye
Baba : Cahş b Riyab
Kardeşleri : Ubeydullah, Ebu Ahmed, Zeyneb b. Cahş Ümmü Habibe,ve Hamme
Oğulları: Muhammed ve Osman
V. 625 / H. 11 - Uhud Şehitliği
İlk seriyye kumandanı.
Resulullah'ın sallallahu aleyhi vesellem kayınbiraderidir.
İşkenceler ve Hicret
Kızkardeşi Zeyneb Binti Cahş, Abdullah Bin Cahş, Hazreti Ebubekir (r.a) vasıtasıyla Erkam'ın evine gelmeden önce İslam davetinin ilk günlerinde Müslüman oldu.
Böylece şimşekleri üzerine çekmiş,müşrik gruptan gelecek her türlü eza ve cefayı peşinen kabul etmiş oluyordu.
Mekkeliler, atalarının dinini terk edenlere büyük bir düşman kesilmişlerdi.
Abdullah bin Cahş da müşrik hücumlarına maruz kalan bir iman eriydi.
İmanı uğrunda her nevi sıkıntıya razıydı.
Fakat tazyikler haddi aşınca, Habeşistan’a giden Müslüman kafileye kendisi de katıldı.
Beraberinde ailesi, iki kardeşi ve hemşireleri de bulunuyordu.
Bir müddet orada kaldıktan sonra Hicret hadisesini duyunca Mekke’ye döndüler, oradan da Mediye’ye hicret ettiler.
Nahle seferi (Hicri - 2)
Abdullah Bin Cahş, İslam'da ilk tayin olunan emirdir.
İlk sancak ona teslim edildi.
İlk olarak "Emirul-müminin" sıfatı ona verildi.
Hz. Abdullah genç yaşında iman davasının fedakâr erleri arasına girmiş zeki, dirayetli ve cesur bir insandı.
Peygamberimiz bazı mühim hizmetlere Hz. Abdullah’ı gönderiyordu.
Hicret’in 2. senesiydi…
Resûl-i Ekrem bir gün Hz. Abdullah’a şöyle bir emir verdi: “Yarın sabah okunu, yayını, kılıç ve teçhizatını alarak yanıma gel!”
Hz. Abdullah hazırlığını yapmış, sabah namazından sonra silahını kuşanarak erkenden Hane-i Saadet’in kapısı önünde beklemeye başlamıştı.
Peygamberimiz,Hz. Abdullah’ın emrine askerî bir müfreze teslim ederek onlara kumandan tayin etti.
Eline de bir mektup vererek, yola çıktıktan iki gün sonra, istenen yere varınca açmasını tembih etti.
Mekke’ye doğru yola çıkan Hz. Abdullah, “Nahle” denen mevkiye varınca mektubu açtı.
Mektupta şunlar yazılıydı:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Bu mektubu gözden geçirdiğin zaman, Mekke ile Tâif arasındaki Nahle vâdisine ininceye kadar, Allahü teâlânın ismi ve bereketiyle yürüyüp gidersin.
Arkadaşlarından hiçbirini, seninle birlikte gitmeye zorlamayasın!
Nahle vâdisindeki Kureyşlileri, Kureyşlilerin kervanını gözetleyip denetleyesin!
Onların haberlerini bize bildiresin!
(Mektupta neler yapacağı, nasıl hareket edeceği yazılıydı.
Peygamberimiz kendisini, Kureyşlilerin durumunu keşfedip tetkik etmek üzere göndermişti.)
Emîr-ül-mü’minîn Hazret-i Abdullah bin Cahş, Peygamberimizin mektubunu okuduktan sonra, "Bizler Allahü teâlânın kullarıyız ve hep O’na döneceğiz.
İşittim ve itâat ettim.
Allahü teâlânın ve sevgili Resûlünün emrini yerine getireceğim" diyerek mektubu öpüp, başına koydu.
Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki: - Hanginiz şehit olmayı istiyor ve özlüyorsa, benimle gelsin!
Gelmek istemeyen dönüp gidebilir, hiçbirinizi zorlayıcı değilim.
Gelmezseniz, ben tek başıma gidip, Resûl aleyhisselâmın emrini yerine getireceğim.
Biz de işittik
Arkadaşları hep birden cevap verdiler: Biz de, işittik.
Allahü teâlâya, Peygamber efendimize ve sana itâat edicileriz.
Nereye istersen, Allahü teâlânın bereketi ile yürü..
Bir müddet sonra Kureyş’e ait bir kafileyi gördüler.
Bu kafile savaş için hazırlık gören Kureyşlilere malzeme ve erzak taşıyordu.
Hz. Abdullah kervana baskın yaparak bütün mallarını ele geçirdi.
Bu seriyyede ele geçen ganimet, Müslümanların aldıkları ilk ganimetti.
Askerlerimizden biri kervanbaşı Amr b. Hadramî’yi öldürdü.
Bu arada iki kişi esir edildi.
Abdullah, ganimetlerin taksimini bildiren âyetin henüz gelmemiş olmasına rağmen, beşte birinin Hz. Peygamber’e ayrılmasını emretti.
Daha sonra nâzil olan âyet de (bk. el-Enfâl 8/41) aynı hükmü getirdi.
İslâm tarihinde ilk defa düşman kanı dökülen, esir ve ganimet alınan bu seriyye, aynı zamanda Batn-ı Nahle seferi diye de anılmıştır.
Bu sefer haram aylardan biri olan recebde meydana geldiği için müşrikler Hz. Peygamber’in haram ayda savaşı helâl saydığını ve ganimet aldığını etrafa yaydılar.
Resûlullah Abdullah’a böyle bir emir vermemiş olduğu için olanları tasvip etmediği gibi, kendisine ayrılan ganimet hissesini de almadı.
Ancak, insanları Allah yolundan alıkoymanın, küfürde ısrar etmenin, Mescid-i Harâm’ın ziyaretine engel olmanın ve sakinlerini oradan çıkarmanın haram ayda savaşmaktan çok daha büyük günah olduğunu bildiren âyet (bk. el-Bakara 2/217) nâzil olunca, seriyyeye katılanların haklılığı anlaşıldı.
Allah ve Resul'ünü sevgisi
Hz. Abdullah’ın tek gayesi, Allah Resûlü’nü hoşnut etmek, onun sevgi ve rızasını kazanmaktı.
Peygamberimiz kendisini bu hizmet için gönderdiği sırada sormuştu: “Abdullah! Dünyada en çok özlediğin şey nedir?”
Abdullah’ın tek düşüncesi vardı.
Cevap verdi: “Benim dünyada en büyük gayem, Allah ve Resûl’ünün sevgisidir.
Gözümde başka bir şey yoktur.”
İşte onu yücelten sır burada yatıyordu.
Abdullah bin Cahş, sulh zamanında hak din uğrunda çok büyük hizmetlerde bulunduğu gibi, savaş anlarında da cengâver bir mücahit ve bir kahraman idi.
Uhud Savaşı şehidi
Uhud Savaşı hazırlıkları yapıldığı esnada,
Hz. Abdullah ilk öne atılanlardandı.
Ordu yola çıkmış, “Şeyheyn” denen mevkiye gelmişlerdi.
Müminlerin annesi Ümmü Seleme, Peygamberimize bir kapta üzüm suyu getirmişti.
Peygamberimiz bir miktar içtikten sonra geriye kalanını Hz. Abdullah’a uzattı.
Hz. Abdullah şıranın tamamını içip bitirdi.
O anda bir arkadaşı yaklaşarak Hz. Abdullah’a sordu: “Sabahleyin içeceğin suyun nerede olduğunu biliyor musun?”
Şehadet şerbeti Abdullah’ın burnunda tütüyordu: Ben ancak Rabb’ime kavuşunca şerbete kanarım dedi
Duası
O gün Sad Bin Ebi Vakkas (r.a.) ile aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir.
Sa'd (r.a.) bu konuşmayı şöyle nakleder: " Uhud günü çarpışmaların çok şiddetlendiği bir andı Abdullah İbni Cahş yanıma sokuldu, elimden tuttu , beni bir kayanın dibine çekti ve "Şimdi burada sen dua et, ben amin diyeyim.
Ben dua edeyim, sen amin de...'" dedi.
Ben de peki dedim.
Ben şöyle dua ettim: "Allah'ım! benim karşıma çok kuvvetli çetin birini çıkar.
Onunla kıyasıya çarpışayım, onu öldüreyim ve gazi olarak geri döneyim." dedim.
O da amin dedi.
Sonra kendisi dua etmeye başladı ve şöyle yalvardı: "Allah'ım! beni güçlü kuvvetli iyi vuruşan biriyle karşılaştır.
Senin yolunda onunla kıyasıya vuruşayım ve onu öldüreyim.
Sonra birisi beni şehit etsin, burnumu kulağımı kessin.
Kanlar içinde senin huzuruna varayım. Sana kavuştuğumda.
Sen bana "Abdullah! burnunu, kulaklarını ne yaptın'' diye sorasın.
Ben de Ya Rabbi ben onlarla çok kusur işledim.
Senin huzuruna getirmeye utandım.
Senin ve Peygamberinin yolunda onlar kesildi.
Toza toprağa bulanarak huzuruna geldim, diyeyim" dedi.
Böyle bir duayı kendisi istediği ve önceden söz verdiğim için ben de amin dedim.
Kahramanlığı
Savaş başlamış, arslanlar gibi müşriklerin üzerine yürüyordu.
Bir ara elindeki kılıcı kırılıverdi.
Bunu gören Peygamberimiz, yerden bir hurma dalı aldı, kendisine verdi ve onunla çarpışmasını söyledi.
Hz. Abdullah cihada onunla devam etti.
Karşısına azılı ve güçlü bir müşrik dikildi.
Abdullah’ın buna karşı koyması zordu.
Vakit tamam olmuş, duası da kabul edilmiş olacak ki, müşrikin bir darbesi
Hz. Abdullah’ın cennete uçmasına kâfi geldi
Savaş sona ermişti
Müslümanlar ölü ve yaralıları tespit ediyorlardı.
Müşrikler, şehit Abdullah’ı tanınmayacak hâle sokmuşlardı.
Bütün âzalarını kesmişler, perişan hâlde bırakmışlardı.
Bu hâl Peygamberimizi çok üzmüştü.
Eshâb-i kirâm arasında lâkabı, "El Mücâhidü fillah", ya’nî "Allah yolunun fedâisi" idi
Peygamberimiz, Hz. Abdullah’ı, dayısı Hz. Hamza’yla birlikte defnetti.
Bu sırada Hz. Abdullah 40 yaşında bulunuyordu.
Allah ondan razı olsun!
|
|
|
 |
|