Diğer Sahabeler.

Abdullah b Ebu Ümeyye (ra)

Kabile : Mahzunoğulları / Mekke
D. 571  Mekke
V. 630 / 8   Taif 


Abdullah b. Ebî Ümeyye
b. el-Mugıre el-Mahzûmî  

Hz. Peygamber’in halası Âtike’nin oğlu ve hanımı Ümmü Seleme’nin kardeşi.
İslâmiyet’in ilk dönemlerinde Müslümanlığın azılı düşmanlarından olan Abdullah, Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’e giderek yeğenini İslâm davetinden vazgeçirmesini veya onu himaye etmemesini isteyen heyette bulundu.
Hz. Peygamber’i vazgeçirmek için yapılan bir başka toplantıda, Kur’ân-ı Kerîm’de de işaret edildiği gibi (bk. el-İsrâ 17/93), Peygamber’in gökyüzüne çıkıp oradan, okuyacakları bir kitap getirmedikçe kendisine inanmayacağını söyleyenler arasında yer aldı.
Müslüman muhacirleri geri istemek üzere Habeşistan’a elçi olarak gittiği de rivayet edilen Abdullah, Peygamber’in, ölüm döşeğinde bulunan Ebû Tâlib’e iman telkin etmesine karşı çıktı ve ona dininden dönmemesi için baskı yaptı.
Uhud Savaşı sırasında Medine’de bulunan Abdullah, doğruca Tâif’e gitti ve oradan Mekkeliler’e savaş hakkında bilgiler gönderdi.
Abdullah İslâm düşmanlığını Mekke fethine kadar devam ettirdi, ancak fetih öncesinde Ebû Süfyân ile birlikte Medine’ye gitmeye karar verdi.
Yolda İslâm ordusuyla karşılaştılar; Ümmü Seleme’nin ricası üzerine Peygamber tarafından kabul edilerek müslüman oldular.
Abdullah Mekke’nin fethine ve Huneyn Savaşı’na katıldı.
Bu savaşta azılı İslâm düşmanı ve Sakıf kabilesinin reisi olan Osman b. Abdullah’ı öldürdü.
Tâif muhasarasında şehid düştü.

Ebu Bürde b.Niyar (ra)

Baba Adı: Ebu Musa El’eş’ari (ra)
Soy: Kudâalardandır

İkinci Akabe Biatı’nda da bulunmuştur. Uhud harbinde Sultanü’l-Enbiyâ Efendimizle Ebû Bürde Hz.’inden başka kimsenin atı yoktu.
Diğer Sahâbe-i Kirâm efendilerimiz hep piyâdeydiler.
Ebû Bürde bin Niyar Ashabın sayılı okçularından birisiydi.
Muaviye b. Ebi Süfyan’ın halifeliği döneminde vefat etmiştir

Rafi b. Malik (ra) 

(Ebu Malik ya da Rifaa)
Kabilesi: Hazrec

Nesebi: Rafi bin Malik bin Aclan bin Amr bin Amir bin Züreyk bin Amir bin Haris bin Malik bin Gadab bin Ceşm bin Hazrec

İslamiyet Ansar arasında intişara bağlandığı zaman İslamiyeti kabul edenler arasında kıdemleri olanları hürmet kazanıyorlardı.
Ansar arasında İslamiyeti kabul husunda Beni Neccar hanedanı diğerlerinde tekaddüm etmişti.
Neccar hanedanı ise Hazrec’e mensubtu.
Bunların içinde şeref itibariyle en ileride bulunanlar Hz. Muaz bin Afra ile Hz. Rafi’ bin Malik’ti
Bu zevat, Medine'den Mekke’ye ilk önce giderek Resuli Ekrem’i (S.A.v) gören ve ondan islamiyeti tebellüğ ederek geri döndükleri zaman vatandaşlarına İslamiyet’ten bahseden kafileye mensubtular
Bu zevat Medine’ye geldikleri zaman vatandaşlarına islamiyetten bahsederek onları islamiyete davet etmişler, İslamiyet bu suretle Medineli’ler arasında yayılmış, Ansar haneleri içinde Resuli Ekrem’in yad olunmadığı bir hane kalmamıştı."
Hz. Rafi daha sonra 12 kişi ile birlikte Mekke’ye gitmiş, daha sonra 70 kişi ile giderek Resullah (S.A.v) tarafından Beni Züreyk nakibliğine tayin olmuştu.
Sahihi Buharii Hz. Refi’nin Akabe Biatlarına iştirakinden dolayı duyduğu zevk ve iftiharı ifade için şu sözleri söylediğini nakleder: " Akabeye iştirak etmek mukabilinde Bedre iştirak etmek beni bu derece sevindirmezdi."

Gazaları : Hz. Rafi’, Bedir gazasında hazır bulunup bulunmadığı üzerinde ihtilaf bulunmaktadır.
Şahadeti Bedir’den sonra vuku’ bulan Uhud gazasına Hz. Rafi katılmış, bu gazada da şehit olmuştur.
Dini Hizmetleri Mekke’de Resuli Ekrem’den sure-i Yusuf’u öğrenmiş , Medine’ye geldiğinde Beni Züreyk mescidinde tilavet etmişti.
Hz. Rafi, Resulullah (S.A.v)’e biat ettiği zaman o ana kadar Kur’an ı Kerim’den nazil olan sureleri Resulullah (S.A.v)’en öğrenmiştir.
Bir rivayet göre Hz. Rafi, Mekke’de bulunduğu sırada Talha suresi nazil olmuş Hz. Rafi onu da ezberleyerek geri dönmüş ve onu tilavaet ederek İslamiyeti neşre çalışmıştı.
Hz. Rafi, islamiyeti neşr için canı ile, malı ile ve kanı ile çalışmış, bu vadide Allah’ın nusrat olmuş bahtiyarlardandır

Kutbe b. Âmir (ra)

Ebû Zeyd Kutbe b. Âmir b. Hadîde el-Hazrecî es-Selemî Sahâbî.
Medine’de doğdu.

Benî Hazrec’in Selemoğulları kabilesinin ileri gelenlerindendir.

Medineli ilk altı müslümandan biri olup Birinci Akabe Biatı’nda bulundu,
İkinci Akabe Biatı’nda da kabilesini temsil etti.
Bedir Gazvesi’nden itibaren Hz. Peygamber’le birlikte bütün savaşlara katıldı ve büyük yararlılıklar gösterdi.
Ok atmadaki maharetiyle bilinen Kutbe, Uhud Gazvesi’nin en sıkıntılı anlarında Resûl-i Ekrem’in yanından ayrılmadı, dokuz yerinden yaralandı ve Resûlullah’ın övgüsünü kazandı.
Mekke’nin fethinde kabilesinin bayraktarlığını yaptı.
Fetihten sonra Tihâme bölgesinde yaşayıp İslâm’a boyun eğmeyen Has‘am kabilesine gönderilen yirmi kişilik müfrezeye kumandan tayin edildi ve kendi adıyla anılan seriyyeyi başarıyla yönetti.
Câhiliye döneminde soylu Kureyş kabilesi mensuplarının ihramlı iken evlerine kapılarından, diğerlerinin ise evlerinin arkasından açtıkları bir gedikten girmeleri âdetti.
Bu âdete aykırı davranan Kutbe’yi Kureyşliler günahkâr sayınca evlere arkalarından değil kapılardan girmeyi emreden âyet (el-Bakara 2/189) nâzil oldu
Kutbe b. Âmir, kendi kabilesine mensup sahâbeden Ümmü Amr bint Amr b. Hadîde ile evlenmiş ve bu evlilikten Ümmü Cemîl adında bir kızı olmuştur.
Hz. Osman döneminde (644-656) vefat ettiği kaydedilmektedir.

Muaz b. Haris (ra)

Ebü’l-Hâris Muâz b. el-Hâris (Afrâ) b. Rifâa en-Neccârî el-Hazrecî (ö. 37/657 )

Doğum tarihi bilinmemekte, ancak kardeşleri Muavviz ve Avf ile birlikte genç yaşta Bedir Gazvesi’ne katıldığı belirtilmektedir.
Muâz’ın babası ve annesi Afrâ bint Ubeyd ile amcası Râfi‘ de sahâbîdir.
Hz. Peygamber’in bütün gazvelerinde bulunan Muâz ile kardeşleri Bedir’de şehid olan annelerine nisbetle İbn (Benû) Afrâ diye de anılır
Muâz, ağabeyi Avf ile beraber Birinci ve İkinci Akabe biatlarında bulundu.
İkinci Akabe Biatı’na diğer kardeşi Muavviz’in de iştirak ettiği zikredilmiştir
Hz. Peygamber hicretten sonra Muâz b. Hâris ile Hz. Osman’ın yeğeni Ma‘mer b. Hâris’i kardeş ilân etti.
Bedir Gazvesi’nde Kureyşliler’den üç kişi öne çıkıp çarpışacak kimse istediklerinde Muâz, Muavviz ve Avf’ın (veya Abdullah b. Revâha) kendiliklerinden ileriye atıldıkları, ancak müşrikler Medineliler’le işleri olmadığını, kendileri gibi Kureyşli savaşçı talep ettiklerini söyleyince, esasen bu durumu uygun görmeyen Resûl-i Ekrem Muaz ve kardeşlerine yerlerine dönmelerini emretti
Bu üç kardeşin Bedir Gazvesi’ndeki durumuyla ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır.
Bir rivayete göre bu gazvede Ebû Cehil’i Muâz ile Muavviz veya Muâz ile Muâz b. Amr b. Cemûh öldürmüş bir başka rivayette ise Ebû Cehil’i Muâz ile Muavviz’in önce yaraladıkları daha sonra da onu Abdullah b. Mes‘ûd’un öldürdüğü belirtilmiştir.
Ebû Cehil’in bacağını kestikleri, Ebû Cehil ile oğlu İkrime’nin de onları şehid ettiği zikredilmiştir

Zekvan b. Abdükays

Ebü’s-Seb‘ Zekvân b. Abdikays b. Halede el-Ensârî (ö. 3/625)
Medine’de doğdu.
Hazrec kabilesinin Âmir b. Züreykoğulları kolundan olup İslâm’a ilk giren Medineliler’dendir.

Akabe biatlarından önce, Medine’nin ileri gelenlerinden olan ve tevhid inancıyla bilinen Es‘ad b. Zürâre ile bir konuda ihtilâfa düşmüşler, bu ihtilâfı halletmek için Mekke’ye giderek müşriklerden Utbe b. Rebîa’nın hakemliğine başvurmuşlardı.

Utbe, onlara peygamberlik iddiasında bulunan Muhammed’in Mekkeliler’i gereksiz şeylerle meşgul ettiğini söylemiş ve ondan uzak durmalarını tavsiye etmişti.

Din konusunda bir arayış içinde oldukları anlaşılan Zekvân ile Es‘ad, Hz. Peygamber’in yanına giderek onunla sohbet etmiş, kendisinden Kur’an dinlemiş, Peygamber’in İslâm’a girme teklifi üzerine müslüman olup Medine’ye dönmüşlerdi

Her ikisi Medine’de bazı kimselerin İslâmiyet’i kabul etmesini sağlamış, özellikle Hazrec kabilesi arasında Resûl-i Ekrem’in tanınmasına ve birçok kimsenin Mekke’ye gidip onunla görüşmesine zemin hazırlamışlardı.

Zekvân, 620 yılında Akabe’de Hz. Peygamber’le görüşen altı kişilik Medineli grup arasında yer aldı.

Siyer ve megāzî müellifi Mûsâ b. Ukbe’ye göre 621 ve 622 yıllarında gerçekleşen Akabe biatlarında da bulundu. Hicret günlerinde Mekkeli ilk muhacirlerin Medine’ye ulaşmasının ardından hicretin sevabını öğrendi ve Mekke’ye giderek bir müddet Resûlullah’ın yanında kalarak daha sonraki muhacirlerle birlikte Medine’ye hicret etti. Böylece hem ensardan hem de muhacirlerden sayıldı ve “muhacir-ensar” diye anıldı

Muhacirlerle ensar arasında gerçekleşen kardeşlik akdi sırasında bir rivayete göre Hz. Peygamber onu Mus‘ab b. Umeyr ile kardeş ilân etti.

Elindeki maddî imkânlarla muhacirlere yardımcı olan Zekvân bir kısım mülkünü onlara ucuz fiyata sattı. Nitekim Medine’nin, tatlı suyu ile meşhur Sükyâ Kuyusu’nu Sa‘d b. Ebû Vakkās ondan iki deve karşılığında satın almıştı .

Bedir Gazvesi’ne iştirak eden Zekvân bir yıl sonraki Uhud Gazvesi’ne de katıldı.

Bu savaşta önemli hizmetler gördü. Savaştan bir gün önce Uhud’a doğru hareket eden İslâm ordusu yol üzerindeki Şeyhayn’da geceledi.

Yatsı namazından sonra Hz. Peygamber, gece düşmanın muhtemel saldırısına karşı kimin nöbet tutmak istediğini sorunca karanlıktan “ben” diye bir ses geldi. Resûl-i Ekrem sesin sahibinin Zekvân olduğunu öğrendi ve ona oturup beklemesini söyledi. Ardından soruyu tekrarlayınca yine Zekvân kendisinin bekleyeceğini söyledi. Kim olduğu sorulunca da bu defa İbn Abdükays diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem bu sesin sahibine de oturup beklemesini söyledi ve üçüncü defa sorduğu aynı soruya Zekvân künyesini söyleyerek cevap verdi. Resûl-i Ekrem her üç kişinin yanına gelmesini istedi, fakat Zekvân da tek başına Resûlullah’ın huzuruna çıktı ve adının Ebü’s-Seb‘ Zekvân b. Abdükays olduğunu söyledi. Zekvân’ın bu davranışını takdir eden Resûl-i Ekrem onu ashabına göstererek, “Yarın cennetin yeşilliklerine ayak basacak birini görmek istiyorsanız şu adama bakın” buyurdu . Bu sözlerin şehâdet anlamına geldiğini sezen Zekvân hemen evine koştu, hanımı ve çocuklarıyla görüştü, onlarla bir daha kıyamette görüşmek üzere vedalaştı ve görev yerine gitti; sabaha kadar Peygamber’in emrettiği yerde nöbet tuttu. Ertesi gün meydana gelen savaşta Mekke müşriklerine karşı mücadele etti. Savaşın ardından Uhud dağı eteğine çekilen Resûlullah ashabın durumunu araştırırken Zekvân b. Abdükays’ı sordu. Hz. Ali müşriklerden Ebü’l-Hakem Ahnes b. Şerîk’in onu şehid ettiğini, kendisinin de Ahnes’i öldürdüğünü söyledi Savaştan sonra müslümanlardan kimlerin öldüğünü öğrenmek isteyen Ebû Süfyân savaş alanını gezmiş, herkesin kimliğini sormuş, Zekvân’ın başına dikilip onun da kim olduğunu sorunca, kendisine bu kişinin kabilesinin ve müslümanların önde gelenlerinden olduğu söylenmişti

Malik b. Teyyihan (ra)

Ebü’l-Heysem Mâlik b. et-Teyyihân el-Ensârî el-Evsî (ö. 20/641) Züsseyfeyn lakabıyla da tanınır.
Babasının sahâbî olduğu söylenmekteyse de onun İslâmiyet’ten önce öldüğü belirtilmektedir.
Annesi Cüşemoğulları’ndan Leylâ bint Atîk’tir.
Câhiliye döneminde putlara ibadet etmediği, Hanîf inancına sahip olduğu nakledilen Mâlik, Hz. Peygamber’le ilk defa Akabe mevkiinde karşılaşıp (620) müslüman olan ve Medine’ye dönerek İslâm’ı yaymaya çalışan ensara mensup birkaç kişiden biridir.
Kardeşi Ubeyd ile birlikte Birinci (621) ve İkinci (622) Akabe biatlarında bulunmuştur.
Abdüleşheloğulları’na göre İkinci Akabe Biatı’nda ilk biat eden kişi Ebü’l-Heysem’dir.
Medine’ye hicretten sonra Resûl-i Ekrem, Mâlik ile Osman b. Maz‘ûn’u kardeş ilân etti.
Resûlullah’ın katıldığı bütün savaşlarda yer alan Mâlik bazı seriyyelerde de bulundu.
Abdullah b. Revâha’nın Mûte Savaşı’nda şehid olmasından sonra Hz. Peygamber onun yerine Hayber mahsulünün vergisini belirlemek üzere Mâlik’i görevlendirdi.
Resûl-i Ekrem’in vefatı üzerine Ebû Bekir onun görevine devam etmesini istediyse de o bunu kabul etmedi.
Bir defasında Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer ile birlikte Mâlik’in evine misafir olmuş, Mâlik gösterdiği misafirperverlik ve cömertlik sayesinde Resûlullah’ın hayır duasını almıştır
Bu ziyaret sırasında evinde hizmetçisinin olmadığını gören Resûl-i Ekrem’in daha sonra kendisine tahsis ettiği câriyeyi âzat etmesi de Resûl-i Ekrem’in hoşnutluğunu kazanmasına vesile olmuştu.
Hz. Ömer, anlaşmalara sadık kalmayıp müslümanlar aleyhinde faaliyette bulundukları için yahudileri Fedek’ten çıkarmaya karar verdiğinde, esasen daha önce yarısı Hz. Peygamber’e bırakılmış olan Fedek arazisinin kalan bölümünün bedelini tesbit ettirmek üzere görevlendirdiği üç kişi arasında Mâlik de vardı.
Resûl-i Ekrem’i öven şiirlerinin bulunmasından şairliğinin de olduğu anlaşılan Mâlik b. Teyyihân’ın Hz. Ömer’in halifeliği sırasında 20 (641) yılında Medine’de öldüğünü belirtmektedir

Uveym b Saide (ra)

Ebû Abdirrahmân Uveym b. Sâide b. Âiş el-Ensârî (ö. 23/644’ten önce) Milâdî 570-580 yılları arasında Medine’de doğdu.
Uveym, Kubâ’nın sakinleri Evs kabilesinin Amr b. Avf oğullarındandır.
Babası kabilenin ileri gelenlerindendi; annesi aynı kabileden Umeyre bint Sâlim b. Seleme’dir.
Mekke’de Hz. Peygamber’le ilk defa görüşüp İslâm’ı kabul eden Medineliler’den birinin Uveym b. Sâide olduğu nakledilir.
Vâkıdî’ye göre her iki Akabe biatına katılmış; Mûsâ b. Ukbe, İbn İshak ve Ebû Ma‘şer es-Sindî’ye göre ise yalnız İkinci Akabe Biatı’nda bulunmuş ve Resûl-i Ekrem’i Medine’ye davet ederek onu ölümü pahasına korumaya söz verenler arasında yer almıştır.
Medine’de özellikle kendi kabilesinde İslâm’ın yayılması için büyük gayret gösterdi.
Hicret sırasında Medine’ye girmeden önce Kubâ’ya inen müslümanları ve ardlarından gelen Resûlullah’ı karşılayan ve ağırlayanların başında gelir.
Hz. Peygamber onu bir rivayete göre Ömer, diğer bir rivayete göre Hâtıb b. Ebû Beltea ile kardeş ilân etti.
Bedir, Uhud ve Hendek gazveleri başta olmak üzere Resûl-i Ekrem’in bütün seferlerine katıldı ve önemli görevler ifa etti.
Resûlullah bir yerde konakladığında çadırının, bir eve girdiğinde o evin kapısında nöbet tutar, sorumsuz ve art niyetli kimselerin onun yanına girip rahatsız etmelerine engel olurdu.
2. yılda (624) yahudi Benî Kaynukā‘ kabilesinin Medine’den sürülmesine karar verilince münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl, yahudilerden oluşan bir heyetin başında sürgünü durdurmak amacıyla görüşmek üzere Hz. Peygamber’in yanına geldiğinde kapıda Uveym b. Sâide ile karşılaştı ve onu dikkate almadan içeriye geçmek istedi.
Karşısına dikilen Uveym kendisine Resûl-i Ekrem’den izin almadığı takdirde görüşemeyeceğini söyledi.
Buna öfkelenen Abdullah zorla içeri girmeye kalkınca mukavemet gösteren Uveym, çıkan arbedede Abdullah’ı başından yaraladı ve onun Resûlullah’ın huzuruna girmesini engelledi .
Uveym, savaşlarda elde edilen ganimetlerin taksiminde ve devlet tarafından uygulanan kısas ve ölüm gibi cezaların infazında da görev alırdı.
Kur’ân-ı Kerîm’de bahsi geçen, takvâ üzerine kurulu mescidin içinde ve çevresinde bulunup temizlenmeyi sevdiği belirtilen insanların (et-Tevbe 9/108) Kubâlılar olduğu nakledilmiş, Uveym b. Sâide’nin bunların içinde yer aldığı özellikle belirtilmiştir .
Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonra ensarın Benî Sâide çardağında toplanıp hilâfet konusunu görüştüğü haberi Mescid-i Nebevî’ye ulaşınca Hz. Ebû Bekir ve Ömer oraya gitmek üzere hareket etmiş, yolda Uveym b. Sâide önlerine çıkarak hararetli tartışmaların yaşandığı ensarın yanına gitmemelerini, hilâfet meselesini kendi aralarında halletmelerini tavsiye etmiştir 
Gerek Ebû Bekir gerekse Ömer halife seçildiğinde Uveym b. Sâide kendilerine ilk biat edenlerden oldu
Hz. Ömer’in hilâfeti döneminde (634-644) altmış beş veya altmış altı yaşında Medine’de vefat etti
Cenazesine katılan Ömer onu hayırlı bir insan diye nitelemiş, Resûl-i Ekrem devrinde cihad maksadıyla sancak açıldığında altında ilk toplananlardan birinin Uveym olduğunu belirtmiştir.
Resûlullah’ın “cennetlik bir insan” dediği Uveym Hazrec kabilesinden Ümâme bint Bükeyr b. Sa‘lebe ile evlenmiş ve Utbe, Süveyd, Karaza, Abdurrahman adlarında oğulları olmuştur. 

Avf b el-Haris (ra)

Adı : Avf b. el-Hâris (annesine nispetle de) Avf b. Afrâ
Doğum yılı : Tahminen M. 585
Doğum yeri : Medine
Baba adı : el-Hâris b. Rifâael-Hazrecî
Anne adı : Afrâ bint Ubeyd Akrabaları :
Muâz ve Muavviz adlı kardeşleri var.
Kabilesi : Hazrec’in Neccâr Oğulları boyundan
İslâm’a girişi: M. 621’de.
Yaşadığı yer : Medine
Mesleği : Ziraat
Savaşları : Bedir
Mizacı : Cesur atik ve heyecanlı
Ayrıcalığı : Hem I. hem de II. Akabe Biatlarında bulundu.
Ensar’dan Mekke’de İslâm’a ilk giren kimse idi.
Ömrü : 40 yaşlarında
Ölüm yılı : H. 2. sene
Ölüm yeri : Bedir
Ölüm sebebi : Ebû Cehil tarafından şehit edildi.
Hakkında : Bedir Savaşı’nda kardeşi Muavviz ile beraber Ebû Cehil'i yaraladılar; fakat Ebû Cehil¸ oğlu İkrime'nin de yardımıyla Avf ile kardeşini şehit etti.
Hz. Peygamber (s.a.v.) savaştan sonra Avf ve kardeşinin şehid düştüğü yere gelerek onların¸ bu ümmetin Firavun'u ve kâfirlerin elebaşı olan Ebû Cehil'in öldürülmesine katkıda bulunduklarını belirtti ve onlara dua etti.
Bedir’de iki ordu karşılaşınca Avf Hz. Peygamber (s.a.v.)’e: “Kulunun ne yapması Rabbini güldürür (hoşuna gider)?”
Allah Rasulü: “Onu zırhını çıkarıp savaşa var gücüyle daldığını görmesi” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Avf hemen zırhını çıkardı ve savaşa atıldı şehit düşünceye dek de savaştı.

Ma‘n b. Adi (ra)

Ma‘n b. Adî b. el-Ced el-Belevî el-Aclânî (ö. 12/633) İkinci Akabe Biatı’nda bulundu
Hz. Ömer’in ağabeyi Zeyd b. Hattâb ile kardeş ilân edildi
Bedir Gazvesi başta olmak üzere Resûl-i Ekrem’in bütün savaşlarına katıldı.
Münafıklar tarafından inşa edilen Mescid-i Dırâr’ın yıkılması için Resûl-i Ekrem’in görevlendirdiği (9/630) sahâbîlerden biri de Ma‘n b. Adî’dir.
Ayrıca İslâmiyet’ten önce okuma yazma bilen çok az kişiden biri olduğu için Resûlullah’ın vahiy kâtipleri arasında yer alıyordu.
Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesinde de önemli rolü olmuştur.
Hz. Ebû Bekir’in halifeliği döneminde Müseylimetülkezzâb’a karşı yapılan Yemâme savaşı sırasında kumandan olan Hâlid b. Velîd 100 atlıdan oluşan bir öncü birliğin başına Ma‘n’ı tayin etmişti.
Bu savaşta büyük yararlıklar gösteren Ma‘n, Zeyd b. Hattâb ile birlikte şehid olmuştur

Umare b. Hazm (ra)

Umâre b. Hazm b. Zeyd en-Neccârî el-Hazrecî (ö. 12/633) Hazrec kabilesinin Neccâroğulları boyuna mensuptur.
Umâre, Birinci Akabe Biatı’na katılan müslümanların Medine’ye döndükten sonra şehirde yaptıkları davet sayesinde 621 yılında İslâm’la tanıştı.
Ertesi yıl yapılan İkinci Akabe Biatı’na o da katıldı.
Es‘ad b. Zürâre ve Avf b. Afrâ ile birlikte özellikle Neccâroğulları’nın evlerinde bulunan putları kırmakla tanındı.
Hz. Peygamber’i sık sık evine davet eder, ona hediyeler sunar ve zaman zaman kendisiyle şakalaşırdı.
Bedir, Uhud ve Hendek başta olmak üzere bütün gazvelere katılan ve büyük yararlılıklar gösteren Umâre b. Hazm şakalarıyla meşhurdu.
Umâre, Mekke’nin fethi ve Tebük Seferi’nde Neccâroğulları’ndan Benî Mâlik’in bayraktarlığını yaptı.
Resûlullah münafıklara karşı tavır almaya başlayınca onlara fiilen müdahale etti ve zor kullanarak mescidden dışarı çıkardı
Hz. Ebû Bekir’e ilk biat edenler arasında yer aldı.
Müseylimetülkezzâb’ı ortadan kaldırmakla görevlendirilen Hâlid b. Velîd kumandasındaki orduya katıldı.
12 (633) yılında Müseylime’nin öldürülmesiyle sonuçlanan Yemâme’deki Akrabâ savaşında şehid düştü.
Umâre b. Hazm okuyarak tedavi yapardı.
Umâre, Zeyd b. Sâbit’in annesi Nevvâr bint Mâlik b. Sırma ile evlenmiş, bu evlilikten Mâlik isminde bir oğlu olmuştur.

Ziyad b. Lebid (ra)

Ebû Abdillâh Ziyâd b. Lebîd b. Sa‘lebe el-Ensârî el-Beyâzî (ö. 41/661) Hazrec kabilesinin Benî Ümeyye b. Beyâza koluna mensuptur.
Birinci Akabe Biatı’nın (621) ardından Medine’ye gelen Mus‘ab b. Umeyr’in ve Medineli diğer müslümanların davetiyle İslâm’a girdi
İkinci Akabe Biatı’nda da bulundu (622).
Medine’ye ulaşan ilk Mekkeli muhacirlerden Medine’ye hicretin sevabını öğrendikten sonra Mekke’ye giderek bir müddet Hz. Peygamber’in yanında kaldı, ardından bir grup muhacirle birlikte Medine’ye hicret etti.
Ashap arasında “muhacir-ensar” diye anılan birkaç kişiden biridir.
Resûl-i Ekrem’in yanından ayrılmayan Bedir, Uhud ve Hendek başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı.
Hadramut Seriyyesi’nde kumandanlık yaptı ve diğer seriyyelerde de görev aldı.
10 (631) yılında Hz. Peygamber onu Hadramut taraflarına vali, kadı ve zekât âmili sıfatıyla gönderdi.
Hz. Ebû Bekir halife olduktan sonra Ziyâd’ı yerinde bıraktı, yetki ve sorumluluk alanını genişletip irtidad edenlerle savaşmasını emretti.
Ziyâd 12 (633) yılında Cuvâsâ, Uman ve Mehre taraflarındaki isyanların bastırılmasında önemli rol oynadı.
Güçlü Kinde kabilesinin lideri Eş‘as b. Kays’ı mağlûp ederek Hz. Ebû Bekir’in huzuruna götürdü.
Ebû Bekir ve Ömer dönemlerinde Irak ve Suriye fetihlerine katıldı, bir müddet Kûfe’de ve Dımaşk’ta ikamet etti.
Ziyâd b. Lebîd, Muâviye b. Ebû Süfyân’ın hilâfetinin ilk yıllarında muhtemelen 41 yılında (661) vefat etti.

Muâz İbni Enes el-Cühenî (ra)

Medineli sahâbîlerdendir.
Muâz ibni Enes el-Cühenî radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’le gazvelerde bulunmuş bahtiyar bir sahâbî!...
Müslümanın günlük hayatında lazım olacak bilgileri öğreten hadisleri nakleden bir tebliğ eri!...
Selam vermek, öfkeyi yenmek, mütevâzi olmak, sâde giyinmek, hamd ve şükür halinde yaşamak gibi İslâm’ın üstün ahlâkı ile ilgili hadis-i şerifleri rivayet eden bir ilim eri!...
Muâz ibni Enes el-Cühenî radıyallahu anh, “Medine’li Sahâbî” diye meşhurdur.
“Halîfu’l-Ensar / Ensarla anlaşmalı” diye tanınır.
Cüheyne kabilesine mensubdur.
Bu kabile, Hicaz ülkesinde Medine’ye yakın Yenbû taraflarında yaşayan büyük bir kabiledir.
Muâz ibni Enes el-Cühenî radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’le bazı gazvelerde birlikte bulunmuştur
Sevgili Peygamberimiz’den otuz kadar hadis rivayet ettiği nakledilmektedir.
Bu hadis-i şerifler, İslâm’ın güzel ahlâkı ile ilgili olup, Müslümanın günlük hayatını tanzim eden bilgiler ihtiva etmektedir.
Onlardan birkaçı şöyledir: Muâz İbni Enes radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Gereğini yapmaya gücü yettiği halde öfkesini yenen kimseyi Allah, Kıyamet günü herkesin gözü önünde çağırır, hûriler arasından dilediğini seçmekte serbest bırakır.”
(Ebû Dâvûd, Edeb 3 ; Tirmizî, Birr 74; Kıyâmet 48; İbni Mâce, Zühd 18)
Muâz İbni Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Ra­sû­lullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir kimse yemek yedikten sonra: Bana bu yemeği yediren, sonucu etkileyecek bir güç ve kudretim olmaksızın onu bana nasip eden Allah’a hamd olsun, derse, geçmiş günahları bağışlanır.”
(Ebû Dâvûd, Libâs 1; Tirmizî, Daavât 56; İbni Mâce, Et`ime 16.)
Riyazus Salihin Terceme ve Şerh­in­de şöyle denilmektedir: “İslâm’ın görgü kurallarına göre yemeğe başlarken “bismillâh” demek, yemekten sonra da “elham­dü­lillâh” diyerek bitirmek sünnettir.
Her mü’min için bu davranış bir ahıret zenginliğidir.
Mizan için sevabtır.
Sevgili Peygamberimizin sünneti üzere, onun izinde yürümektir.
Verdiği nimetlerden dolayı Allah’a daha çok teşekkür etmek isteyenler, hadislerde zikredilen dualardan birini yapmalıdır.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in en çok yaptığı kısa dualardan biri şudur: “Elhamdülillâhillezî et`amenâ ve sekânâ ve ce`alenâ müslimîn / Bizi yediren, içiren ve bizi müslüman eden Allah’a hamd olsun.
” Muâz İbni Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir kimse, gücü yettiği halde mütevazî davranarak lüks elbise giymeyi terkederse, Allah kıyamet gününde o insanı yaratıklarının en başında huzuruna çağırır ve onu îman ehlinin giyeceği elbiselerden dilediğini giymede serbest bırakır.”
(Tirmizî, Sıfatu’l-kıyâmet 39. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 338, 339)
Muaz İbni Enes el-Cühenî radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Kim sabah namazından sonra, iki rekatlik kuşluk namazını kılıncaya kadar hayırdan başka bir şey söylemeden namaz kıldığı yerde oturur beklerse, Allah onun günahlarını, denizin köpüğü kadar çok da olsa bağışlar.”
(Ebû Dâvud, Salat 301)
Muaz İbni Enes radıyallahu anh selâm vermekle ilgili bir hadis rivayet etmiştir.
Bu, aşağıda nakledilen iki hadisin benzeridir.
Farklı olarak hadisin devamında, bir başkasının gelip “ve mağfiretuhu” kelimesini de ilave ettiği ve buna Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in: “Kırk (sevab)” dediği ve: “Böylece (ziyade edilen her kelime için) sevap artar” buyurduğunu anlatmıştır.
(Ebû Dâvud, Edeb 144)

İmrân İbni Husayn radıyallâhu anhümâ şöyle anlatıyor: “Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘in yanında iken bir adam gelerek selam verdi.
“Esselâmu aleyküm!” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem selâmına mukabele etti.
Adam oraya oturdu.
Efendimiz: “On sevap kazandı!” buyurdular.
Sonra birisi daha geldi.
“Esselâmu aleyküm ve rahmetullâh!”dedi.
Efen­di­miz onun selâmına da mukabele etti.
Adam oturdu.
Efendimiz: “Yirmi!” dediler.
Bir müddet sonra biri daha geldi ve: “Esselâmu aleyküm ve rah­me­tullâhi ve berekâtuh” dedi.
Efendimiz selâmına mukabele etti, adam oturdu.
Efendimiz bu sefer: “Otuz!” buyurdular.
Selmân-ı Fârisi radıyallahu anh da aynı olayı şöyle naklediyor: “Bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: “-Esselâmu aleyke!” dedi.
Efendimiz de: “-Ve aley­ke’s-selâmu ve rahmetullah!” diye cevap verdi.
Bir başkası geldi: “-Esselâmu aleyke ve rahmetullah!” diye selam verdi.
Efendimiz buna: “-Aleyke’s-selâmu ve rahmetullahi ve berekâtuh!” diye cevap verdi.
Başka birisi geldi ve: “-Esselâmü aleyke ve rahmetullahi ve berekâtüh!” dedi.
Efendimiz buna da: “-Ve aleyke!” diye cevap verdi.
Adam hayretini gizleyemeyerek: “-Ya Rasûlallah! Falan, falan gelip size selam verdiler.
Siz de onlara bana söylediğinizden daha fazlasını söyleyerek mukabele ettiniz” dedi.
Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ona: “Sen bize söyleyecek bir şey bırakmadın ki!
Allah Teâlâ Hazretleri “Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle mukabele edin veya aynıyla selam verin...” (Nisa: 86) buyurmuştur.
Biz sana aynısıyla mukabele ettik” buyurdu.
Muâz ibni Enes radıyallahu anh, bulunduğu gazvelerde geçen bir hatırasını şöyle anlatır: “Ben Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bir gazveye çıkmıştım
Askerler konak yerlerini daralttılar ve yolu kestiler.
Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir münâdî göndererek askerler arasında şöyle nidâ ettirdi: «–Kim bir yeri daraltır veya bir yolu keser (veya bir mü’mine ezâ verirse) onun cihâdı yoktur.»“
(Ebû Dâvûd, Cihâd, 88/2629; Ahmed, III, 441)
Askerlerin konak yerlerini daraltmasından maksat, her askerin rastgele bazı yerleri işgal ederek, ihtiyaçlarından fazla mekân tutup diğer insanlara eziyet vermeleridir.
Yolları daraltmalarından maksat ise eşyalarını halkın geçe­ceği yollara koyarak, insanların geçişlerine mâni olmalarıdır.
Rasûl-i Zîşân sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, askerlerin lüzumsuz yere yerleri ve yolları daraltarak Allâh’ın kullarına eziyet etmelerinin ne kadar büyük bir hatâ olduğunu îlân etmiş ve askerlerin bu hareketten hassâsiyetle kaçınmalarını sağlamak için de mübala­ğalı bir üslûb ile cihâddan hiç bir sevab alamayacaklarını ifâde buyurmuştur.
Muâz ibni Enes radıyallahu anh, Ebü’d-Derdâ radıyallahu anh gibi meşhur sahâbîlerden de rivâyette bulunmuştur.
Kendisinden oğlu Sehl İbni Muâz radıyallahu anh hadis rivayet etmiştir.
Rivayetleri Ahmed İbni Hanbel’in “Müsned” inde (III, 437, IV, 234) ve dört büyük “Sünen” de yer almıştır.
Hayatının son zamanlarını Mısır’da geçirmiş olan Muâz ibni Enes el-Cüheni radıyallahu anh, Abdülmelik İbni Mervân’ın halifeliği döneminde vefât etmiştir. (İsâbe, VI, 107)
Allah ondan râzı olsun.

Muâviye b. Ebî Süfyân

Ebu Abdirrahmân Muâviye b. Ebî Süfyân Sahr b. Harb b. Ümeyye el-Ümevî el-Kureşî (ö. 60/680)

Emevî hilâfetinin kurucusu (661-680).

603 yılında Mekke’de doğdu.
Ebû Süfyân ile Hind bint Utbe b. Rebîa’nın oğlu,
Ümmü Habîbe bint Ebû Süfyân’dan dolayı Hz. Muhammed’in kayınbiraderidir.

Resûlullah’ın peygamberliğini ilân etmesinden sonra Kureyş’in diğer ileri gelenleriyle birlikte İslâm’a cephe alan ve Bedir Savaşı’nın ardından üstlendiği Mekke liderliğini şehrin fethine kadar sürdüren babasının gözetiminde bir şehzade gibi büyüdü ve onunla birlikte fetih sırasında müslüman oldu.

Müellefe-i kulûbdan sayıldığı için Huneyn ganimetlerinin dağıtımında payına fazla miktarda para ve mal ayrıldı.

Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber’e kâtiplik ve onun vefatının ardından Suriye üzerine gönderilen dört ordudan birinde kumandan yardımcılığı yapan Muâviye, 17’de (638) Hz. Ömer tarafından önce Ürdün, ertesi yıl Dımaşk valiliğine tayin edildi.

19 (640) yılından sonra halifenin emriyle Filistin’in sahil şehirlerinden Kaysâriye, Askalân ve Trablusşam’ı aldı, sahillere karakollar kurup asker yerleştirdi.

Bu arada Bizans’tan kalma tersanelerden yararlanarak İslâm donanmasında ilk deniz birliklerini teşkil etti.
Arkasından sahillere yakınlığı dolayısıyla tehlike oluşturan Kıbrıs’a sefer düzenlemek için halifeden izin istediyse de alamadı.

Hz. Osman döneminde Filistin, el-Cezîre, Humus ve Kınnesrîn’in de uhdesine verilmesiyle Suriye genel valiliğine getirilen Muâviye yeni halife ile olan akrabalığı sayesinde daha rahat hareket etmeye başladı.

İslâm öncesinde Suriye’ye yerleşmiş bulunan Benî Kelb’den bir kadınla evlenip bölgenin en büyük kabilesini arkasına aldı ve birkaç yıl sonra halifenin de aynı kabileden bir kadınla evlenmesini sağlayarak aralarındaki yakınlığı pekiştirdi.
Böylece Kelbîler’e ve halifeye dayandırdığı güç ve itibarını gittikçe arttırdı; kendisine çok bağlı disiplinli bir ordu kurmanın yanında başarılı yönetimiyle bölge halkının gönlünü kazandı.

27 (648) yılında Kıbrıs’a bir donanma gönderilmesi hususunda Hz. Osman’ı ikna eden Muâviye, yolladığı 1700 parçalık filo ile adayı kan dökmeden yılda 7200 altın haraca bağladı; beş yıl sonra da ikinci bir sefer düzenleyip buraya 12.000 kişilik bir ordu yerleştirdi.

Muâviye, Hz. Osman’ın ardından Medine’de halife seçilen Hz. Ali’ye, Hz. Osman’ın öldürülmesi konusunda ilgisiz kaldığını ve suç ortağı olduğu isyancıları ordusunda barındırdığını ileri sürerek biat etmedi. 

Bunun yanında Hz. Osman’ın yakın akrabası sıfatıyla onun kanını dava etme hakkına sahip olduğunu söyledi ve bunu gerçekleştirmek şartıyla Şam halkından biat aldı.

Daha sonra Mekke’de Hz. Âişe, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm üçlüsü etrafında, haksız yere öldürülen halifenin kanını dava etmek için toplanan gruplarla, katillerin cezalandırılması hususunda acele edilmemesi gerektiği görüşünde olan Hz. Ali arasındaki mücadelenin neticesini beklemeyi tercih etti.
Cemel Vak‘ası’nda galip gelen Hz. Ali’nin kendisini tekrar itaate davet etmesi karşısında ona, Hz. Osman’ın katillerini kendisine teslim etmesini ve halifeliği bırakarak şûra tarafından yeni bir halife seçilmesi işini sağlamasını teklif etti.
Onun bu tavrı iki tarafı Sıffîn’de karşı karşıya getirdi (Zilhicce 36 / Haziran 657).
Aralıklarla üç ay süren çarpışmaların son gününde Hz. Ali’nin kumandanı Mâlik el-Eşter, Muâviye’nin ordusuna kesin darbeyi vurma noktasına gelmiş, hatta ümidini kaybeden Muâviye kaçmaya karar vermişti (Taberî, I, 3330).
Ancak bu sırada maiyetinde savaşan Amr b. Âs ona, mızrak uçlarına Kur’ân-ı Kerîm sayfaları taktırarak karşı tarafı anlaşmazlığı Allah’ın kitabının hakemliğinde çözmeye çağırmasını önerdi.
Bu taktik işe yaradı ve Muâviye ağır bir mağlûbiyetten kurtuldu.
Neticede savaş durdu ve taraflar hakemlerin Allah’ın kitabı, gerektiğinde de Resûlullah’ın sünnetiyle hüküm vermeleri şartıyla anlaştılar
(13 safer 37 -  4 Ağustos 657).
Muâviye, böylece Hz. Ali’nin ordusunun parçalanmasına ve aralarında savaş çıkmasına da zemin hazırlamış oldu.
Çünkü kalabalık bir grup (Hâricîler), işin hakemlere bırakılması üzerine isyan ederek Hz. Ali’nin ordusundan ayrılmış ve ona karşı silâhlı mücadeleye girişmişti.
Dolayısıyla rakibinin Hâricîler’le uğraştığı bir sırada meselenin daha karmaşık hale gelmesi onun işine yaradı ve hakemi Amr b. Âs’ın, Hz. Ali’nin hakemiyle yaptığı görüşmelerden sonra kendisini halife seçtiklerini açıklamasının ardından Şam’da biat aldı.
Böylece önceleri Hz. Ali tarafında olan askerî üstünlüğün Hakem Vak‘ası’nın ardından kendi tarafına geçmesi üzerine fırsatı değerlendiren Muâviye, Hâricîler’le uğraşmak zorunda kalan Hz. Ali’ye bağlı merkezlere saldırı başlattı ve birkaç yıl içerisinde Mısır, Irak, Hicaz ve Yemen’i eline geçirdi.
Her ne kadar Hz. Ali buraları geri aldıysa da çok zor bir duruma düşmüştü.
Taberî, 40 (660) yılında iki taraf arasında bir saldırmazlık antlaşması yapıldığını kaydetmektedir 
Hz. Ali’nin aynı yıl bir Hâricî tarafından şehid edilmesi, bir diğer Hâricî’nin aynı zamandaki suikastından yaralı olarak kurtulan Muâviye’yi hedefine biraz daha yaklaştırdı.
Bu gelişmenin ardından Kudüs’te “emîrü’l-mü’minîn” unvanıyla biat alan Muâviye, Hz. Ali’nin yerine halife seçilen oğlu Hasan’la savaşmak için Irak üzerine yürüdü.
Hz. Hasan’ın kendisini halife seçen ordusuna güvenmemesi ve askerleri arasında karışıklık çıkması onun işini kolaylaştırdı.
Karşılıklı yazışmalar neticesinde rakibinin bazı şartlarla halifeliği bırakmayı kabul etmesi üzerine Kûfe’ye giderek ondan ve halktan biat aldı (25 Rebîülevvel 41 / 29 Temmuz 661).
Böylece “birlik yılı” (âmü’l-cemâa) adı verilen o yıl ülkenin tamamını hâkimiyeti altında toplamış ve doksan yıl hüküm sürecek Emevî Devleti’ni kurmuş oldu.
Irak, Hz. Ali zamanında gelişen olayların ardından Şîa ve Hâricîler’in yurdu haline gelmişti.
Muâviye, Şîa’nın merkezi durumundaki Kûfe valiliğine Mugīre b. Şu‘be’yi getirdi (41/661).
Başarılı bir devlet adamı olan Mugīre, bu karışık şehirde müsamahakâr bir politika takip etmekle birlikte gerektiğinde güç kullanmaktan da kaçınmadı.
Suriyeli birliklerin Hâricîler karşısında yenilmesi üzerine onlarla mücadeleyi çeşitli baskılar uygulamak suretiyle, Hakem Vak‘ası’na kadar beraber savaştıkları Hz. Ali taraftarlarının omuzlarına yükledi; neticede Hâricîler ağır bir hezimete uğradı (43/663).
Mugīre halifeye en büyük iyiliği, kendisi gibi Sakīf kabilesine mensup olan Ziyâd b. Ebîh’in Muâviye’ye katılmasını sağlamakla yaptı.
Hz. Ali tarafından vali tayin edildiği Fars’ta direnerek tehditlere ve para vaadlerine boyun eğmeyen Ziyâd, Mugīre’nin araya girmesiyle Ebû Süfyân’ın nesebine katılıp Muâviye’nin kardeşi ilân edildi ve ardından Basra valiliğine getirildi (45/665).
Muâviye, Mugīre’nin ölümünün ardından Kûfe valiliğini de Ziyâd’ın uhdesine verdi (50/670).
Doğu vilâyetlerini sekiz yıl başarıyla yöneten Ziyâd, Hâricîler’e göz açtırmayacak derecede sert bir politika izledi; aynı şekilde Hz. Ali propagandasına da izin vermedi.
Bu arada idarecilerin Hz. Ali aleyhindeki faaliyetlerine açıkça karşı çıkarak bir muhalefet cephesi kuran Hucr b. Adî ve arkadaşlarını fitne çıkarıp itaatten ayrılmakla suçlayarak Muâviye’ye gönderdi ve neticede idam edilmelerini sağladı (51/671).
53 (673) yılında ölen Ziyâd’ın yerine tayin edilen oğlu Ubeydullah da babası gibi Hâricî isyanlarını kanlı bir şekilde bastırdı.
Muâviye, Hâricîler’le mücadelede kendilerinden yararlandığı Hz. Ali taraftarlarına karşı önceleri müsamahakâr davrandı ve liderlerine yakınlık gösterdi.
Ancak Hâricîler’in bertaraf edilmesinden sonra ekonomik ve siyasî baskı uygulayıp onları tesirsiz hale getirdi.
Hz. Ali aleyhindeki propagandalarla Hucr ve arkadaşlarının idamı gibi bazı sıkıntılı olaylara yol açmakla birlikte onları kendi döneminde isyancı bir unsur olmaktan çıkarmayı başardı.
Muâviye, iç karışıklıklar dolayısıyla yaklaşık on yıldan beri durmuş olan fetih hareketlerini üç ayrı cephede yeniden başlattı.
Hz. Ali ile mücadelesi sırasında vergi vermek zorunda kaldığı Bizans üzerine 42 (662) yılından itibaren yeniden seferler düzenledi.
49’da (669) karadan ve denizden İslâmî dönemdeki ilk İstanbul kuşatması gerçekleştirildi.
50 (670) yılında Kyzikos (Kapıdağ) yarımadası ele geçirildi ve buradan başlatılan akınlarla İstanbul dört yıl süreyle muhasara edildi
(54-58/674-678).
İkinci cephe olan Basra’ya bağlı Horasan ve Sind bölgelerinde de hâkimiyetten çıkan bazı merkezlerin itaat altına alınmasından sonra yeni fetihler gerçekleştirildi.
Sicistan’daki merkezlerin ardından Kâbil (44/664), Tohâristan, Kuhistan, Buhara (54/674) ve Semerkant (56/676) alınarak bazı Doğu hükümdarları vergiye bağlandı.
Üçüncü cephe olan İfrîkıye’de Muâviye b. Hudeyc bölgeyi yeniden zaptetti (45/665); onun halefi Ukbe b. Nâfi‘ de Mağrib fetihleri için üs olarak kullanmak amacıyla Kayrevan karargâh şehrini kurdu (50/670) ve harekâtını Atlas Okyanusu’na doğru genişletirken başarılı politikasıyla bölge halkı Berberîler’in İslâm’a girmesini hızlandırdı.
Halifeliği kabile asabiyeti temeline dayanan bir mücadeleyle ele geçiren Muâviye’nin en kalıcı icraatı oğlu Yezîd’i veliaht tayin etmesi, böylece devleti veraset kuralını esas alan bir hânedana dönüştürmesidir.
Meşhur rivayete göre bunu, Kûfe Valisi Mugīre’nin tavsiyesiyle ve müslümanların hilâfet meselesi yüzünden yeni bir anlaşmazlığa düşmelerini engellemek amacıyla yaptığını söyleyen Muâviye, Medine dışında önemli bir muhalefetle karşılaşmadı.
Medine’de Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’in başını çektiği bir grup sahâbî kendisine şiddetle karşı çıktı.
Bunun üzerine biatlarını bizzat almak için Hicaz’a giden Muâviye tehditle problemi halletti.
İbn Haldûn, içinde bulunulan şartlar düşünüldüğünde bu işin müslümanların hayrına olduğunu söyler.

Sonuç olarak hilâfeti verasete dayalı mutlak bir saltanata dönüştüren Muâviye 60 yılının Receb (Nisan 680) ayında Dımaşk’ta vefat etti ve Bâbüssagīr Mezarlığı’na defnedildi; aynı gün yerine oğlu Yezîd geçti.
Kendisiyle birlikte “Araplar’ın dâhileri” denilen Amr b. Âs, Mugīre b. Şu‘be ve Ziyâd b. Ebîh’e büyük yetkiler vererek kurduğu devletin temellerini onların yardımıyla sağlamlaştıran Muâviye muhaliflerine anlayacakları dilden konuşarak yaklaşmaya çalışırdı.
Nâdir yetişen bir diplomat, çevresini iyi tanıyan ve ileriyi gören bir idareci olarak hilim ve teennîyi ilke edinmişti; mecbur kalmadıkça kuvvete başvurmazdı.
Düşmanlarının en ağır hakaretleri karşısında dahi kendini tutar ve soğuk kanlılığını korurdu.
İhsanlarının fazlalığı dolayısıyla hayrete düşenlere bir savaşın bundan çok daha fazlasına mal olacağını, paranın iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kırbaca, kırbacın iş gördüğü yerde kılıca ihtiyaç duymadığını söylerdi (Ya‘kūbî, II, 238). “Dilimle, Ziyâd’ın kılıcıyla kazandığı başarıdan daha fazlasını elde ettim” derdi. Ancak valilerinin sert davranışlarına göz yummayı tercih ederdi; hatta Hâricîler’e ve Şiîler’e karşı ılımlı tutumu yüzünden şikâyetlere mâruz kalan Mugīre’yi valilikten almayı bile düşünmüştü.
İnsanlarla bağlarını koparmamak için âzami gayret gösterir ve özellikle kabile reislerine büyük önem verirdi.
Onların üzerinde kurduğu nüfuz sayesinde oğlu için biat almakta zorlanmadı.
Fakat kendi kabilesinin etkisi altında kalmamaya dikkat etmiş, bunun için eyaletlere başka kabilelerden, bilhassa Sakīf kabilesinden valiler göndermiştir.
Tâif, Mekke ve Medine valilikleriyle hac emirliğinde ise akrabalarını görevlendirirdi.
Muâviye, valiliğinin ilk yıllarından itibaren Bizans idarecileri gibi giyinmeye ve onlar gibi yaşamaya başlamıştı.
Şam’a gelen Hz. Ömer kıyafetini yadırgayıp kendisini hükümdarlara benzetince cihad ruhunu kaybetmediğini, ancak düşmana yakın oldukları için heybetli görünmek gerektiğini söyleyerek halifeyi ikna etmeyi başarmıştı.
Devletini Bizans müesseselerinden faydalanarak kurmaya çalışan Muâviye zamanında hâciblik, Dîvânü’r-resâil, Dîvânü’l-hâtem ve Dîvânü’l-berîd oluşturuldu.
Ayrıca o saldırılardan korunmak için özel muhafızlar görevlendiren ilk halife idi.
Gayri müslimlere karşı iyi davranan Muâviye, müşavirlerinden Sercûn b. Mansûr ve özel doktoru İbn Üsâl gibi bazı hıristiyanları sarayında görevlendirmişti.
Âlimler, edipler ve şairlerle sohbeti sever, onlardan yararlanmaya çalışırdı.
Tarihe de büyük ilgi duyardı.
Yemenli tarihçi Ubeyd b. Şeriyye’yi Dımaşk’a çağırarak kendisinden Arap ve Acem meliklerinin hayatlarını anlatan bir kitap yazmasını istemişti.
Hz. Peygamber’den 163 hadis rivayet etmiş, bunlardan dördü Buhârî ve Müslim’de, beşi yalnız Buhârî’de, dördü de sadece Müslim’de yer almıştır.

Hz. Amr b. Ma'dikerib (r.a)

Baba Adı : Ma’dikerib.
Ölüm Tarihi ve Yeri : Hicri 21. Miladi 642 yılında 100 küsür yaşlarında

Nihavend Savaş’ında yaralanıp şehid oldu kabri Kirmanşah’dadır.

Oldukça baba yiğit ve Cesurdu
Gavzeler : Suriye ve Irak’ın fetihlerinde savaştı.

Lakap ve Künyesi : Ebâ Sevr

Amr Bin Ma’dikerib Hayatı

Yemen’deki Mezhic kabilesinin Zübeyd koluna mensubtur.
Cahiliye devrinde doğdu.

Kabilesinin reisi idi.
Şecaâti ile olduğu kadar şairliği ile de meşhur

Müslüman oluşu

Hicretin 9. Miladi 630 yılında kabilesi Beni Zübeydiler ile Medine’ye gelerek, Sa’d bin Ubade’ye misafir oldu.
Sa’d bin Ubade ona çok iyi baktı.
Rahatını temin etti.
Ve sonra Resûlullâh (s.a.v)’ın huzurlarına götürerek İslâm oldu.
Resûlullâh (s.a.v), Mahmiye’yi Bedir ğanimetinin beşte bir hissesini muhafazaya memur etmişti.

Zübeyd kabilesi

Beni Zübeyd temsilcileri, Amr bin Ma’dikerib’in maiyetinde on kişi oldukları halde Hicri 10. yılda Medine’ye geldiler.
Amr bin Ma’dikerib Medine’ye gelmeden önce Resûlullâh (s.a.v)’in İslâmiyet’i yayma işi kendilerine gelib eriştiği zaman Kays bin Mekşuhu’l-Muradi'ye: “Ey Kays! Sen kavminin ulususun.
Bize bildirilmektedir ki; Kureyş den, Muhammed diye anılan bir zat Hicaz da ortaya çıkmış.
Kendisinin bir Peygamber olduğunu söylüyormuş.
Gel ona bizimle, git de onun bilgisini öğrenelim?
Eğer, dediği gibi kendisi gerçekten Peyğamber’se bunu senden gizlemez.
Görüşelim.
Kendisine tabii olalım.
Bunun aksi olursa bizde onun bilgisinin iç yüzünü öğrenmiş oluruz!”demişti.
Fakat Kays, Amr bin Ma’dikerib’ın bu husustaki teklifini kabule yanaşmamış onun görüşünü beyinsizlik saymıştı.
Amr bin Ma’dikerib ise, onun lafına bakmayarak, hayvanına binib Resûlullâh (s.a.v)’in yanına gelmişti.
Amr bin Ma’dikerib Arabların cesareti ile tanınmış süvarilerinden idi.
Aynı zamanda çok İyi bir şairdi.
Amr bin Ma’dikerib Medine’ye gelince: “Bu memleket halkının Beni Amr bin Amirler den Seyyidi Ulusu kimdir?”diye sordu.
“-Sa’d bin Ubade dir!”denildi.
Bunun üzerine devesini çekerek, Sa’d bin Ubade’nin kapısına kadar vardı.
Orada devesini ıhdırdı.
Sa’d bin Ubade dışarı çıktı.
Ona: “Merhaba Hoş geldin!”dedi.
Hayvanının bağlanmasını ve kendisinin ağırlanmasını uşağına emretti.
Sonra onu ve yanındaki arkadaşlarını alıb Resûlullâh’in yanına götürdü.
Amr bin Ma’dikerib ve arkadaşları hemen Müslüman oldular.
Medine’de birkaç gün oturduktan sonra Resûlullâh, bahşişlerini verdirdi.
Yurdlarına döndüler.
Kays bin Mekşuh, Amr bin Ma’dikerib’in Resûlullâh’a iman ve ikrar da bulunduğunu haber alınca onu ölümle tehdide kalktı ve: “Demek Sen bana aykırı davrandın!”
Amr da ona uzunca bir şiirle karşılık verdi.
Amr bin Ma’dikerib, İslâm olduktan sonra kabilesine dönmek için Resûlullâh (s.a.v)’den izin aldı.
Ve kabilesine döndü.
Yine kabilesinin reisi olarak kaldı.
Ancak daha önce Müslüman olan ve Zübeyd-i kabilesini de içine alan bölgeye vali olarak tayin edilen Ferve bin Müseyk’e bağlandı.
Resûlullâh’ın vefatına kadar Müslüman olarak yaşadı.

İrtidad ve tevbe

Rivayete göre ikinci dereceden bir idareci olmak Amr’ın gücüne gittiği için, Yalancı Peyğamberlerden Esved el-Ansi Yemeni hâkimiyeti altına almaya çalıştığı sırada Resûlullâh’ın vefatını haber alır almaz, hemen irtidat etti.
Esved el-Ansi tarafından Mezhic emirliğine tayin edildi.
Fakat kısa bir süre sonra irtidad olaylarını bastırmak üzere Halife Hz.Ebû Bekir, Onun ve kabilesinin üzerine Muhacir bin Ebi Ümeyye, komutasında bir ordu gönderdi.
Amr bin Ma’dikerib’i savaş sonunda esir alındı.
Halife Ebû Bekir (r.a)’a gönderildi.
Halifenin huzuruna getirildiğinde hatasını suçunu itiraf etti.
Tövbekâr olarak da yeniden İslâmiyet’e döndü.
Hz.Ebû Bekir (r.a), onu tekrar Müslümanlığa döndüğü için, özür ve af beyan etmesi üzerine affetti.
Amr bin Ma’dikerib, tekrar memleketine geri döndü, daha sonra tekrar Medine’ye geldi.

Şecaati

Amr bin Ma’dikerib’in şecaati bu olaydan sonra kendini göstermektedir.
Zira artık samimi bir Müslüman olduğunu ispat edebilmek için Ebi Ubeyd bin Mes’ûd es-Sakafinin ordusunda önce Irak’ın Arab bölgesinde çarpıştı.
Daha sonra Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a)’ın ordusu ile Suriye’nin fethinde görevlendirildi.
Hicretin 15. Miladi 636. yılda meydana gelen Yermük meydan muharebesinde bulundu.
Bu savaş sırasında bir gözünü kaybetti.
Bu savaşta onun durumu hakkında Mâlik bin Abdullah şöyle anlatmaktadır: “Yermük Savaşı’nda, teke tek savaşan bir adamdan daha yiğidini görmedim.
Kendisine ilk karşı çıkan adamın hesabını gördü.
Bir başka adam çıktı.
Onun hesabını’da gördü.
Sonra kendi tarafı mağlub olunca o da mağlub kabul edildi.
Nihayet çadırlara geri gelindi.
Kendisinin büyük bir çadırı vardı.
Etrafındakileri yemeğe davet etti. “Bu kimdir?”diye sordum.
“Amr bin Ma’dikerib!”diye cevab verdiler.

Hz Ömer devri

Hz. Ömer, Yermük Savaşı’ndan sonra, Amr bin Madikerb’i Irak’ın fethine gönderdi.
Kadisiye’de, çarpışan Sa’d bin Ebi Vakkas’a yardıma gönderdi
Muhammed bin Sellam şöyle anlatıyor: “Hz.Ömer Sa’d bin Ebi Vakkas’a yazdığı mektub da: “Sana iki bin kişiye bedel iki kişiyi yardıma gönderiyorum.
Biri Amr bin Ma’dikerib, diğeri Tuleyha bin Huveylid dir!”
Halife Hz.Ömer (r.a), onlarla istişare etmesini ve kendilerinden faydalanmasını Sa’d bin Ebi Vakkas’a tavsiye etmişti.
Kays bin Ebi Hazim anlatıyor: “Kadisiye Savaşı’nda bulundum.
Kumandan Sa’d (r.a)’i idi.Amr bin Ma’dikerib saflar arasında dolaşıyor ve: “Ey Muhacirler kükremiş aslanlar gibi savaşın!
İranlı mızrağını atınca ümidi kesilir!”diyordu ki tam bu sırada İranlı bir kumandan bir ok attı.
Ok Amr’ın yayının kenarını sıyırdı.
Bunun üzerine Amr ona hücum ederek ikiye biçti.
İnib öte berisini aldı.
Bir diğer rivayette nakledildiğine göre : “Atılan ok, atının eğerine isabet etmiştir.
Bunun üzerine Amr, ok atanı kartal gibi alıp İslâm ordusu içine koymuş kellesini uçurduktan sonra: “İşte böyle yapacaksınız, bunları!”demişti.
Yine Kadisiye Savaşı’nda Amr bin Ma’dikerib tek başına düşmana hücuma geçmiş, İslâm ordusu gelinceye kadar hayli kılıç sallamış ve düşman tarafından çember içine alınmıştır.
Tek başına kılıçla onlarla başa çıkmaya çalışan Amr, İslâm ordusu gelince kurtulmuştur.
Yiğitliğinden dolayı ona: “Arab cengaveri” ünvanı verilmişti.
Kadisiye’de gösterdiği kahrmanlık Müslümanları kendisine hayran bıraktı.
Câbir bin Abdullah (r.a) fikrini şöyle açıklamaktadır: “Kendisinden başka ilâh olmayan Yüce Allâh’a yemin ederim ki, Kadisiye’de savaşanlardan hiçbirisinin ahiretle beraber dünyayı da istediklerini görmedik.
Üç kişiyi itham etmiştik.
Onlarda sandığımızın aksine çok emin ve takva sahibi kimselermiş.
Onlar: “-Tuleyha bin Huveylid, Amr bin Ma’dikerib, Kays bin Mekşuh dur!”
Resûlullâh (s.a.v) zamanında İslâm olub da O’nun irtihalinden sonra irtidat eden ve bilahare tekrar İslamiyet’e giren Amr bin Ma’dikerib hakkında ki şübhe bu savaşa kadar devam etti.
Câbir bin Abdullah, savaştan öncesine kadar kendisinden şübheleniyordu.
Bu şübhe Kadisiye Savaşı sırasında tamamen ortadan kalktı.

Nihavent savaşında

Amr bin Ma’dikerib, İslâm ordusu ile birlikte bilhassa Nu’man bin Mukarrin (r.a)’in yanında savaşlara iştirakten geri kalmadı.
Hicri 21. Miladi 642 yıllarında yapılan Nihâvend Savaşı’nda Nu’man bin Mukarrin’nin hem müşaviri, hem de ona yardım ediyordu.
Savaşın ilk günündeki olayları ve hatta başlangıcındaki olayları Ebû Salih bin Vech şöyle anlatmaktadır: “Hicri 21. Senede Nihâvend Savaşı oldu.
Nu’man bin Mukarrin bu savaşta şehid edildi.
Müslümanlar ise hezimete uğradılar.
O gün Amr bin Ma’dikerib savaşarak hezimeti zafere çevirdi.
Fakat, oldukça ağır bir yara aldı.
Revze kasabasında şehid oldu!”
Amr bin Madikerib’in aldığı yara bir türlü iyileşmedi yaralı olarak getirildiği Rey şehrinin Revze kasabasında Hicri 21. Miladi 642 yılında şehid olarak vefat etti.
Kirmanşah’a gömüldü.
Amr bin Ma’dikerib son derecede cesur ve zeki, aynı zamanda çok gür sesli çok iyi bir şairdi.
Şiirleri halk tarafından ezberlenerek yıllarca dillerden düşmezdi.
İslâm olduktan sonra şehid olmak için bütün gayreti ile çalışmıştı.
Şehadetinde kaç yaşında olduğu kesin olarak bilinmemektedir.
100 veya 120 yaşlarında olduğu rivayet edilir

Ebû Abbâd (Ebû Abdillâh) Mistah b. Üsâse b. Abbâd el-Kureşî (ö. 34/654)

Muhtemelen milâdî 598’de doğdu. Asıl adı Avf olup Mistah lakabıdır.
Babası o daha küçükken öldüğünden yetim olarak büyüdü.
Ümmü Mistah olarak tanınan ve asıl adının Selmâ (Sülmâ) olduğu belirtilen annesi Hz. Ebû Bekir’in teyzesinin kızıdır.
Annesi ve kız kardeşi Hind ile birlikte erken dönemlerde müslüman oldu ve Medine’ye ilk hicret edenler arasında yer aldı.
Hz. Peygamber onu Zeyd b. Müzeyyen el-Ensârî ile kardeş yaptı.
Bedir ashabından olup Resûlullah’ın katıldığı bütün gazvelerde bulunan ve cesur bir kişi olarak bilinen Mistah, Ubeyde b. Hâris’in kumanda ettiği Râbiğ Seriyyesi’nde (Şevval 1 / Nisan 623) sancaktarlık görevini üstlendi.

İfk

Müreysî‘ Gazvesi’nden sonra meydana gelen İfk Hadisesi’nin yayılmasına adı karıştı ve iffetli bir kadına zina isnadında bulunma fiilini işlediği sabit görüldüğü için Resûlu Ekrem tarafından diğer suç ortaklarıyla birlikte kendisine had uygulandı.

Bu olay annesini çok üzdüğü gibi akrabalık ilişkisi ve fakirliği sebebiyle kendisini koruyan Hz. Ebû Bekir de artık Mistah’a yardımda bulunmayacağına dair yemin etti.
Ancak, “İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere mallarından vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir” meâlindeki âyetin (en-Nûr 24/22) nâzil olması üzerine Hz. Ebû Bekir bu kararından vazgeçerek yardımlarına devam edeceğini açıkladı

(Tirmizî, “Tefsîr”, 25).

Mistah 34 (654) yılında Medine’de vefat etti. 

Külsûm b.Hidm

Ebû Kays Külsûm b. el-Hidm b. İmrüilkays el-Amrî el-Evsî el-Ensârî (ö. 2/624)

Hicret sırasında Hz. Peygamber’i Kubâ’da misafir eden sahâbî.

Evs kabilesinin kollarından Amr b. Avf oğullarına mensuptur.

Hicretten önce İslâmiyet’i kabul etti
Resûl-i Ekrem hicret sırasında Kubâ’ya geldiğinde o sırada bir hayli yaşlı bulunan Külsûm b. Hidm’in yanında Hz. Ali gelinceye kadar misafir kaldı.

Resûl-i Ekrem’in 8 Rebîülevvel 1 (20 Eylül 622) tarihinde Kubâ’ya ulaştığı ve 12 Rebîülevvel (24 Eylül) Cuma günü Medine’ye gitmek için hareket ettiği genellikle kabul edilmektedir.

Yola çıkmadan önce Hz. Peygamber geceleri Külsûm’ün evinde kaldı, gündüzleri de Sa‘d b. Hayseme’nin evinde kendisini ziyarete gelenlerle görüştü.

Kubâ’da iken Külsûm’ün evinin önündeki hurma kurutma yerini de içine alan ilk mescidin yapımında bizzat çalıştı. Külsûm’ün evi kıblenin değişmesinden sonra yeniden inşa edilen Kubâ Mescidi’nin güneyinde kaldı.

Hz. Peygamber’le birlikte Hz. Ali, Zeyd b. Hârise, Hz. Peygamber’in âzatlıları Enese (Üneyse) ile Ebû Kebşe, Hz. Hamza, Ebû Ubeyde b. Cerrâh, Habbâb b. Eret, Süheyl b. Beyzâ, Safvân b. Beyzâ, İyâz b. Züheyr, Abdullah b. Mahreme, Vehb b. Sa‘d b. Ebû Serh, Ma‘mer b. Ebû Serh, Amr b. Ebû Amr, Umeyr b. Avf, Ebû Mersed Kennâz b. Hasîn (Husayn) ve oğlu Mersed ile Sa‘d b. Havle de Külsûm’ün evinde kaldı.

Bu evde hicretten sonra da misafir ağırlama işi sürdürüldü.

Habbâb b. Eret’in hicretten sonra Külsûm’ün vefatına kadar onun evinde kaldığı bilinmektedir.

Ayrıca Habeşistan’dan Mekke’ye dönmüş olan Mikdâd b. Amr da Medine’ye gelince bir süre Külsûm’ün evinde misafir kaldı.

Cömert ve sâlih bir zat olan Külsûm b. Hidm, Resûlullah tarafından Hamza b. Abdülmuttalib ile kardeş ilân edildi.

Külsûm Medine’de, hicretten kısa bir süre sonra vefat eden ilk sahâbîlerdendir (Taberî, II, 397).

 
 
 
 
 



Sahabe Efendilerimiz Radıyallâhü Anh
 

 A  B
 C  D
 E  F
 H  İ
 K  M
 N  O
 R  S
 T  U
 V  Z


 
 
visitor counter
 
Bugün 20 ziyaretçi (22 klik) kişi burdaydı!

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol