Alâ b. Hadramî (r.a)

ALâ BİN HADRAMî (R.A.) 

el-Alâ’ b. Abdillâh b. İmâd el-Hadramî
(ö. 21/642)

Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer devirlerinde Bahreyn valiliği yapan sahâbî.
İlk deniz savaşı komutanı
Babası Abdullah Hadramut’tan gelerek Mekke’ye yerleşmiştir.
Alâ Mekke’de doğdu ve erken tarihlerde müslüman oldu.


Peygamber elçisi olarak Bahreyn 'de

İslam Medine'de kurulan İslam Devleti gün geçtikçe büyüyordu. 
Kavim kavim, kabile kabile Medine’ye akın eden halk, Peygamberimizin sohbetinde bulunuyor, İslam’ın yüce hakikatlerini dinledikten sonra Müslüman oluyorlardı. 
Re­sû­lul­lah bir yandan Medine’ye gelen heyetlerle meşgul olurken, diğer yandan da komşu devlet ve hükümdarlara elçiler göndererek onları İslam’a davet ediyordu. 
İşte el­çi olarak vazifelendirilen bu sahabilerden birisi de Alâ bin Hadramî’dir (r.a.). 
Peygamberimiz onu Hicret’in 8. yılında, bugünkü Basra Körfezi’nin batı­sında bir sahil ülkesi olan Bahreyn’e gönderdi. 
Mecusi olan Bahreyn Hükümda­rı Münzir bir Sâvâ’ya da bir mektup yazdı. 
Hz. Ebû Hureyre’yi (r.a.) yanına al­masını ve yol arkadaşına iyi davranmasını tavsiye etti.
Hz. Alâ bin Hadramî, ilk Müslümanlardandı. 
Uzun zaman Peygamberimizin sohbetinde bulunmuş,feyiz almıştı.
İyi bir hatipti.
İkna kabiliyeti yerinde, yu­muşak sözlü bir tabiata sahipti.
Muhatabının içinde bulunduğu durumu nazara alarak konuşur, onu kırmamaya incitmemeye azami gayret gösteririrdi.
Zaten Peygamberimiz tarafından böyle mühim bir hizmet için vazifelendirilmesinin sebebi de buydu.
Alâ bin Hadramî vakit geçirmeden yola çıktı.
Bir yandan yol alıyor, bir yandan da düşünüyordu. 
Zira yüzlerce insanın İslamiyet’i kabul veya reddetmesi, kendisinin tebliğine bağlıydı. 
Diğer taraftan, bir hükümdara gidiyordu.
Bu se­beple dikkatli olması gerekiyordu.
Gittiği topluluk gerçi Mecusi idi.
Allah yeri­ne Allah’ın yarattığı ateşe ibadet ediyorlardı.
Ama muhatap kim olursa olsun,
Müslüman “kavl-i leyyin” ile davet etmek zorundaydı.
Zira Cenâb-ı Hak, bir âyet-i kerimede bu hususta şöyle buyuruyordu: “İnsanları Rabb’inin yoluna hikmetle, güzel öğütlerle çağır ve onlarla olan mücadeleni en güzel şekilde yap.
”Nihayet Bahreyn’e ulaştı.
Bahreyn hükümdarı, Mekke’den bir peygamber çık­tığını işitmişti.
Fakat İslamiyet hakkında bir bilgiye sahip değildi.
Peygamberi­mizin elçisini hemen huzuruna kabul etti.
Böylece Re­sû­lul­lah’a değer
verildiği­ni, elçiye göstermek istiyordu.
Nübüvvet mektebinden ders alan Hz. Alâ, gayet olgun bir şekilde içeri girdi.
Sade, fakat temiz bir elbise giymişti.
Peygamberimizin mektubunu hükümdara takdim etti.
Hükümdar saygılı bir biçimde mektubu aldı ve tercümanına vererek okumasını istedi.
Mektup okunurken, Alâ bin Hadramî ne konuşacağını düşünüyordu.
Etrafına şöyle bir baktı.
Hükümdarın ileri gelen adamlarından hemen hepsi oradaydı.
O hâlde onların önünde hükümdarı ve tabi oldukları dini küçül­tücü ifade kullanmamalıydı.
Bilakis hükümdarın milleti içindeki mevkiini de göz önüne alıp ona göre İslamiyet’e davet etmeliydi.
Mektubun okunması bittik­ten sonra şu mealde bir konuşma yaptı: “Ey Münzir!
Şüphesiz sen dünya işlerinde büyük bir akla sahipsin.
Bak, iyi düşün!
Hiç yalan söylemeyen bir kimseyi tasdik etmemek, verdiği sözden hiç caymayan kimseye itimat etmemek, inanmamak sana yakışır mı?! 
İşte böyle olan o ümmi peygamberdir ki, vallahi aklı başında olan hiç kimse, hiçbir zaman onun emrettiği şeyin yasaklanmasını, onun yasakladığı şeyin de emredilmesi gerekeceğini söyleyemez.” 
Münzir gerçekten akıllı bir insandı.
Peygamber Efendimizin mektubu ve Alâ’nın konuşması üzerine biraz düşündü.


Bahreyn Halkı Müslüman oluyor

Sonra da Hz. Alâ’dan İslamiyet hak­kında biraz daha bilgi vermesini rica etti.
O konuştukça Münzir’in yüzünde iman nuru parlamaya başladı.
Nihayet İslam sarayına girmek için daha fazla beklemeyi uygun bulmadı.
Düşüncelerini şu şekilde ifade etti: “Elimdeki saltanata baktım; onu, ahiret dışında, sadece dünyaya yarayacak şekilde buldum.
Sizin dininize baktım; onun dünyayı da, ahireti de birlikte mütalaa ettiğini gördüm.
Kendisinde dünyada rahat bir şekilde yaşama ve ahirette de ebedî bir hayat bulunan böyle bir dini kabul etmeme ne mâni var?” dedi ve Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.
Hükümdar Münzir’den sonra Mecusi rahip Sibuht’un da Müslüman olması, halktan birçok kimsenin daha İslamiyet’le müşerref olmasına sebep oldu.
Alâ bin Hadramî, Peygamberimize bir mektup yazarak müjdeli haberi arz et­ti.
Bundan sonra da nasıl hareket etmesi gerektiği hususunda malumat istedi.
Peygamber Efendimiz, bu mektubu alınca çok memnun oldu.
Alâ bin Hadramî’yi bu başarısından dolayı tebrik ve takdir etti.

Bahreyn'e Vali atandı

Bir taltif olarak da, bu bölge­nin İslam ülkesi olması üzerine onu Bahreyn valiliğine tayin etti.
Bir mektup ya­zarak Bahreynlilere İslamiyet’i öğretmesini, zengin Müslümanlardan zekât, gayrimüslimlerden de cizye (vergi) alarak fakir halka dağıtmasını ve ihtiyaçtan fazlasını Medine’ye göndermesini emretti.
Hz. Alâ bin Hadramî, hitabet ve tebliğde olduğu gibi,idarecilikte de örnek bir şahsiyetti.
İslam’ı bir hayat nizamı hâline getirmek için çok üstün gayret göster­di.
Çok geçmeden Bahreynlilere kendini sevdirdi. 
Hükümdar Münzir ve rahi­bin yardımlarıyla İslamiyet’in Bahreyn’de kökleşmesini temin etti.
Topladığı zekât ve cizyeyi Bahreyn’deki 
fakirlere dağıttı, arta kalanını da Medine’ye gön­derdi.
O sırada Medine’de Müslümanlar maddi bakımdan sıkıntı içerisindeydi­ler.
Hiç ummadıkları bir zamanda bu kadar 
para gelmesine sevindiler ve bu ikramından dolayı Cenâb-ı Hakk’a şükrettiler.

Hz. Ebubekir devrinde 

Alâ bin Hadramî, Peygamberimizin vefatından sonra kısa bir aradan sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanında yine vali olarak göreve devam etti. 
Hz. Ebû Bekir devrinde ortaya çıkan irtidad olayları sırasında Bahreyn’e yeniden vali tayin edilen Alâ, mürtedleri bozguna uğratarak büyük başarı kazandı
Çünkü Peygamber Efendimiz onu, maharet ve salahatı sebebiyle bu vazifeye getirmişti.
Hz. Alâ aynı zamanda yüksek cesaret ve kahramanlığı ile de tanınmış bir Sahabiydi. 
İyi bir kumandandı. 

Hz Ömer devrinde

Hz. Ömer onu o bölgenin fethiyle vazifeli olan or­dunun başına kumandan tayin etti. 
Bu büyük sahabi, kumandanlık vazifesini de başarıyla yerine getirdi.
Bölgede emniyet ve huzuru sağladıktan sonra İran topraklarında fütuhata girişti ve birçok yeri fethetti.
Bu sırada Fars bölgesine bir çıkarma harekâtı düzenlediyse de bu ilk deniz seferi yenilgiyle sonuçlandı (638).
Hz. Ömer bozguna uğrayan İslâm ordusunu imha edilmekten kurtarmak için bölgeye yardımcı birlikler göndermek zorunda kaldı ve kendisinden izinsiz giriştiği bu harekât sebebiyle Alâ’yı Bahreyn valiliğinden azlederek yerine Ebû Hüreyre’yi tayin etti.
Alâ hac farîzasını yerine getirip Kûfe’ye dönerken yolda öldü.


Cenâb-ı Hak katında duası kabul edilen bir sahabi olarak tanınan Hz. Alâ’dan, bazı kerametler zuhur ettiği de olurdu.
Hz. Ebû Hüreyre, Hz. Alâ ile olan hatırasını da şöyle anlatıyor: “Alâ ile Basra’ya gitmek üzere yola çıktım.
Liyas mevkiine vardığımızda Hz. Alâ vefat etti.
Yanımızda onu yıkayacak kadar su yoktu.
Cenâb-ı Hak o esnada yağ­mur yağdırdı.
Yağmur suyuyla onu yıkadık.
Kılıçlarımızla kabir kazdık ve def­nettik.
Sonra oradan ayrıldık.”
Allah onlardan razı olsun!






Sahabe Efendilerimiz Radıyallâhü Anh
 

 A  B
 C  D
 E  F
 H  İ
 K  M
 N  O
 R  S
 T  U
 V  Z


 
 
visitor counter
 
Bugün 114 ziyaretçi (127 klik) kişi burdaydı!

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol