Muâz bin Cebel (r.a.)

Akabe Biatı’nda daha 18 yaşındayken Müslüman ol­muştu.
Medineli olup, Hazreç kabilesinin Benî Seleme koluna mensuptu.
Re­sû­lul­lah’ın ifadesiyle, ümmete karşı en merhametli olan Hz. Ebû Bekir, Al­lah’ın emrini ifa hususunda en serti Hz. Ömer, hayâ bakımından en doğru olan Hz. Osman (r.a.), feraizi (miras hukukunu) en iyi bilen Zeyd bin Sâbit ve Kur’ân’ı en iyi bilen Übey bin Kâ’b olduğu gibi, haram ve helali en iyi bilen de Muâz bin Cebel’di.
Re­sû­lul­lah’ın zamanında, Ensar içerisinde fetva vermekte temayüz etmiş olan üç sa­habiden birisiydi.
Diğer ikisi de Übey bin Ka’b ve Zeyd bin Sâbit idi.
Kur’ân-ı Kerim hususunda da ayrı bir ihtisası vardı.
Nitekim Re­sû­lul­lah, “Kur’ân’ı dört kişiden öğreniniz: Abdullah bin Mes’ud, Übey bin Kâ’b, Muâz bin Cebel ve Ebû Huzeyfe…” buyurmuştur.
Hicret’ten sonra Re­sû­lul­lah, Hz. Muâz’ı Abdullah bin Mes’ud’la (r.a.) kardeş yapmıştı.
Bedir, Uhud ve Hendek Gazalarıyla birlikte bütün savaşlara katılıp ön saflarda mücadele etti.
Peygamberimiz, Huneyn Savaşı’na çıkarken onu Medi­ne’de emîr olarak bıraktı.
Halka Kur’ân-ı Kerim öğretmesini ve dinî meseleleri anlatmasını emretti.
Tebük Gazvesi sırasında Re­sû­lul­lah’ın parlak bir mucizesi­ni müşahede edenlerden birisi de Hz. Muâz idi…
“Yâ Re­sû­lal­lah, bana cenneti kazandıracak ve ce­hen­nemden uzaklaştıracak bir şey söyle!” dedi.
Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Bana çok mühim ve büyük bir meseleyi sordun!
Ancak Allah bir kimseye kolaylık ihsan ederse, onu yerine getirmek kolaydır.
Allah’a ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın.
Namazı layıkıyla kılar, zekâtı verir, Ramazan oru­cunu tutar ve haccı da yaparsın.
“Sana hayır kapılarını göstereyim mi?
Oruç, kalkandır.
Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi, hataları söndürür.
Gece kılınan namaz, salih kulların alameti­dir.”
Bir başka gün Peygamberimiz, Hz. Muâz’ın elinden tutarak şöyle buyurdu: “Ey Muâz, vallahi ben seni çok severim!
Sana şunu tavsiye ederim: Her bir na­mazın arkasından,‘Allahümme einnî alâ zikrike ve şükrike ve hüsn-ü ibadetike -Yâ Rabbi, Seni zikretmek, Sana şükretmek ve güzelce ibadet etmek için bana yardım et-’ demeyi terk etme.”
Peygamberimiz (a.s.m.), irşatta bulunması ve Müslümanlara dinlerini öğret­mesi için Yemen’e birini göndermek istiyordu.
Bir gün sabah namazını kıldır­dıktan sonra cemaate hitaben, “Hanginiz Yemen’e gitmek ister?” diye sordu.
Hz. Ebû Bekir, “Ben gideyim, yâ Re­sû­lal­lah.” dedi.
Peygamberimiz ses çıkar­madı.
Hz. Ömer talip oldu.
Peygam­berimiz yine ses çıkarmadı.
Bunun üzerine Muâz (r.a.), “Ben gideyim, yâ Re­sû­lal­lah.” dedi.
Re­sû­lal­lah (a.s.m.), “Ey Muâz, bu vazife senindir.” dedi.
Sarığını Hz. Muâz’ın başına sardı.
Hz. Muâz, Yemen’de hâkimlik yapacak,halka İslamiyet ve Kur’ân’ı öğrete­cek,tahsil edilen zekâtı memurlardan teslim alacaktı.
Vazifesi ağırdı.
Bu sebep­le Peygamberimiz ona bazı temel meselelerde tavsiyelerde bulundu: “Sen Ehl-i Kitap’tan bir kavimle karşılaşacaksın.
Onların yanına vardığında, önce onları Allah’tan başka ilah olmadığını, Muhammed’in Allah’ın Resûl’ü ol­duğunu tasdike davet et.
Eğer bunu kabul ederlerse, onlara, Allah’ın beş vakit namazı farz kıldığını haber ver.
Bunu da yaptıkları takdirde, Allah’ın, zenginler­den alınarak fakirlere verilen zekâtı emrettiğini bildir.
Bunu da benimserlerse, zekât alırken sakın malların en iyilerini seçme!
Mazlumun âhını almaktan çe­kin; çünkü onun âhı ile Allah arasında hiçbir engel yoktur!” dedi.

Sonra da Muâz’a, “Sana bir dava getirildiğinde ne ile hüküm verirsin?” diye sordu.
Muâz (r.a.), “Allah’ın Kitabı’yla.” dedi.
Re­sû­lul­lah, “Onda bulamazsan ne ile hükmeder­sin?” diye tekrar sordu.
Hz. Muâz, “Re­sû­lul­lah’ın sünnetiyle.” diye cevap verdi.
Re­sû­­lul­lah’ın (a.s.m.), “Ya orada da bulamazsan?...” demesi üzerine de Hz. Muâz şu cevabı verdi: “O zaman kendi görüşüme göre içtihat eder, ona göre hüküm veririm.”

Onun bu cevabı Peygamberimizi çok sevindirdi.
“Re­sû­lul­lah’ın elçisini Re­sû­lul­lah’ın hoşnut olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun!” buyurdu.

Muâz (r.a.) yola çıkmadan önce Peygamberimizden biraz daha feyizlenmek istiyordu, “Yâ Re­sû­lal­lah, bana tavsiyede bulun.” diye rica etti.
Peygamberimiz şu tavsiyede bulundu: “Her ne hâlde ve nerede olursan ol, Allah’tan kork!
Günah işlediğinde arkasından hemen sevap kazandıracak bir amel işle ki, onu yok et­sin.
İnsanlara da güzel şekilde muamele et.”
Peygamberimiz, ayrılmadan önce Hz. Muâz’ın kalbini hicrana boğacak bir haber verdi: “Ey Muâz, şüphesiz bundan böyle benimle artık buluşamayacaksın
Belki de dönüşte şu mescide ve kabrime uğrayacaksın!” buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Muâz’ın gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı.
Peygamberimiz, ondan ağlamamasını istedi.
Sonra da birbirlerinden ayrıldılar.
Muâz bin Cebel (r.a.), Re­sû­lul­lah’ın vefatına kadar Yemen’de kaldı ve İslam’a orada hizmet etti.
Orada bulunduğu süre içerisinde günden güne Müslümanla­rın sayısı artıyordu
 Yeni Müslümanlar önce kendisine biat ediyor, sonra da Medine’ye gidip Re­sû­lul­lah’ı ziyaret ediyorlardı.
Bir defasında sadece Nehâ ka­bilesinden 100 kişi onun vasıtasıyla Müslüman olmuş, sonra da Medine’ye gi­dip Re­sû­lul­lah’ı ziyaret etmişlerdi.

Muâz (r.a.), Hz. Ebû Bekir’in hilafeti zamanında cihat hizmetlerine katılmak üzere Şam’a gitmeye niyet etti.
Hz. Ömer ise Medine’de Müslümanların kendi­sine olan ihtiyacını bildiği için, Hz. Ebû Bekir’den onu göndermemesini rica et­ti.
Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’e şöyle karşılık verdi: “Şehitlik arzu eden ve ona ni­yet eden birisine ben nasıl mâni olabilirim?!”

Câbir bin Abdullah’a (r.a.) göre, Hz. Muâz sima itibarıyla çok güzel, ahlak ba­kımından çok üstün ve çok cömert idi.
İlme çok önem verirdi.
Bu ehemmiyet verişidir ki, ona “ümmetin içinde ha­ram ve helali en iyi bilen kimse” unvanını kazandırdı.
Onun ilimle ilgili sözle­rinden bir kısmı şöyledir: “İlim öğrenin; çünkü o, Allah’a karşı korkunuzu artırır.
İlim istemek ibadet­tir.
İlmî mü­zakerelerde bulunmak Allah’ı tespih etmektir.
İlimden bahsetmek cihattır.
Bilmeyenlere öğretmek sadakadır.
İlmi layık olanlara dağıtmak, kişi­yi Allah’a yaklaştırır; çünkü ilim, haram ve helalin ölçülerini verir.”
“İlim, cennet ehlinin gideceği yolda kandil, yalnızlıkta dost, gurbette arka­daş, tenhalarda yoldaş, sevinçli ve kederli günlerde kılavuz, düşmana karşı silah ve dostlar yanında meziyettir.”

“İlim, cehaletten kararan kalpleri aydınlatır, karanlıkta görmeyen gözlere kandil olur.”
“Bahtiyar kimseler ilimden ilham alırlar, bahtsızlar ise ondan mahrum olur­lar.”
Muâz (r.a.) zaman zaman halka nasihatlerde bulunurdu.
Bir keresinde öğüt isteyen birine şöyle dedi: “Sana iki şey tavsiye edeceğim: Nerede olursan ol dünyadaki nasibinin seni arayıp bulacağını bil.
Öyle ise sen dünyadan ziyade ahiretteki payına daha çok muhtaçsın.
O hâlde ahiretteki payını dünyadakine tercih et.”
Bir defasında da oğluna şöyle demişti: “Oğlum, namaz kıldığın zaman, ahirete gitmek üzere vedalaşan bir kimsenin namazı gibi kıl.”
Kendisinden nasihat isteyen birine Hz. Muâz şöyle diyordu: “Oruç tut, fakat devamlı değil.
Namaz kıl, fakat uykun için zaman ayır.
Rızkın için çalış, fakat rızkımı kazanayım derken doğruluktan ayrılma.
Müslüman olarak ölmeye ça­lış.
Mazlumun bedduasından da sakın.”
Hz. Muâz fevkalade takva sahibiydi.
Geceleri teheccüde kalkar ve şöyle dua ederdi: “Yâ Rabbi! Gözler uykuya daldı, yıldızlar kayboldu.
Ama Sen Hayy ve Kayyûm’sun, yâ Rabbi!
Kıyamet günü bana iade edilmek üzere yanında bir he­diye kıl.
Sen verdiğin sözden dönmezsin, yâ Rabbi!”
Hz. Muâz, Şam’a gitti ve Hicret’in 18. yılında 38 yaşındayken vebadan vefat etti.

Onun Hz. Ömer’in yanında ayrı bir yeri vardı.
Vefat ederken kendisine, “Bize kimi halife bıraktın?” diyen birine şu cevabı verdi: “Şayet Muâz bin Cebel sağ olsaydı onu halife bırakırdım.
Rabb’ime kavuştuğumda Rabb’im bana ‘Kimi halife bıraktın?’ deyince, Senin kulun ve Resûlün Muhammed’in (a.s.m.), ‘Muâz kıyâmet günü, âlimlerin önünde tek başına bir cemaattir.’ buyurduğu kimseyi bıraktım, derdim.”
Allah ondan razı olsun!

Ebû Abdirrahmân Muâz b. Cebel b. Amr el-Ensârî
(ö. 17/638)
Hicretten on sekiz yıl önce (m. 603) Medine’de dünyaya geldi.
İkinci Akabe Biatı’na katıldı.
Kendi kabilesinden İslâmiyet’i kabul eden arkadaşlarıyla birlikte geceleri Benî Selime oğullarından henüz müslüman olmayan bazı kimselerin putlarını kırdı veya putların âcizliğini ortaya koyacak eylemler yaptı
Resûl-i Ekrem hicretten sonra onunla Abdullah b. Mes‘ûd arasında kardeşlik bağı kurdu; Bedir Gazvesi başta olmak üzere Huneyn ve Tâif dışındaki bütün gazvelere katıldı ve bunlarda kabilesinin
bayraktarı veya temsilcisi oldu.

Mekke fethinin ardından Resûlullah Huneyn Gazvesi’ne giderken onu Mekke’ye önce emîr, ardından Kur’an ve dinî bilgiler muallimi tayin ettiği için Huneyn ve Tâif gazvelerine iştirak edemedi.
Hz. Peygamber, hicretin 9. yılı Rebîülâhirinde (630) Muâz’ı Ebû Mûsâ el-Eş‘arî ile birlikte Yemen’e elçi, zekât memuru ve kadı sıfatıyla gönderdi.
Muâz’ı Yemen’e giden heyete başkan tayin ederek onun Yukarı Yemen’de, Ebû Mûsâ’nın da Aşağı Yemen’de görev yapmasını istedi.
İslâmiyet’i kabul eden ilk Himyer meliklerinden Hâris b. Abdükülâl’e Muâz ile bir mektup gönderdi.
Muâz’ın Yemen’de kadılık yaparken nasıl hüküm vereceğiyle ilgili olarak Resûl-i Ekrem ile aralarında geçen konuşma meşhurdur.
Resûlullah’ın sorularına cevap veren Muâz önce Allah’ın kitabına göre hükmedeceğini, aradığı delili Kur’an’da bulamazsa Resûl-i Ekrem’in sünnetini dikkate alacağını, aradığını orada da bulamazsa kendi kanaatine göre hüküm vereceğini söyleyince Hz. Peygamber memnun oldu ve Resûlullah’ın elçisine Resûlullah’ı hoşnut edecek şekilde cevaplar verdiren Allah’a hamdetti

Eshâb-ı kiramın büyüklerinden, helâl ve haram ilmini en iyi bilenlerden.
Künyesi Ebû Abdullah’dır.
Milâdî 605 senesinde Medine’de doğdu.
Hicretin 18. (m. 640) yılında Kudüs ile Remle arasındaki Amvas köyünde vefât etti.
İkinci Akabe bîatinde, kendi canlarını ve mallarını korudukları gibi Peygamberimize yardım ederek İslâmiyete hizmet edeceklerine söz verip, müslüman olan yetmiş Medineli’den birisi de
Muaz bin Cebel’dir ( radıyallahü anh ) 
Onsekiz yaşında iken müslüman oldu.
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) ve Eshâb-ı kiram Mekke’den Medine’ye hicret ettiklerinde bütün malları ve mülkleri Mekke’de kalmıştı.
Peygamberimizin emirleriyle Medine’de bulunan müslümanlar, Mekke’den hicret eden müslümanlarla kardeşlik kurarak evlerini, mallarını ve eşyalarını paylaştılar.
Hazreti Muaz bin Cebel, Ensâr adı verilen Medineli müslümanlardandır.
Hazreti Muaz bin Cebel, Bedir, Uhud, Hendek, Benî Kureyza savaşlarına ve Hayber’in fethine katılmıştı.
Mekke’nin fethinde de bulundu ve bundan sonra yapılan Huneyn savaşı sırasında Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) onu Mekke’de emir olarak bıraktı, halka Kur’ân-ı kerîm öğretmesini ve dîni esasları anlatmasını emretti.
Bu vazîfesini yapıp Medine’ye döndükten sonra da Kur’ân-ı kerîmi ve din bilgilerini öğretmeye devam etti.
Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) müslüman beldelerine vâli ve zekât tahsil memurları gönderdiği sıralarda, bir gün sabah namazından sonra Eshâb-ı kirama dönerek“İçinizden hanginiz Yemen’e gider?” buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir. “Ben giderim yâ Resûlallah” dedi.
Peygamberimiz bir müddet sonra, “Hanginiz Yemen’e gider?” buyurdu.
Bu sefer Hazreti Ömer “Ben giderim Yâ Resûlallah” dedi.
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) biraz sonra tekrar “İçinizden Yemen’e kim gider?” buyurdu.
Muaz bin Cebel ( radıyallahü anh ) ayağa kalkıp, “Yâ Resûlallah! Ben giderim” dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) “Ey Muaz!
Bu vazîfe senindir.” buyurdu.
Bütün malını, cihâd için Allah yolunda harcayan Muaz bin Cebel, ( radıyallahü anh ), Yemen’de vâlilik yapmak, halka İslâmiyeti anlatmak, Kur’ân-ı kerîmi öğretmek ve Yemen ülkesinde toplanan zekât mallarını vazîfelilerden teslim almak ve onların arasındaki ihtilafları çözüp hükme bağlamak üzere Yemen’e gitmek için hazırlandı.
Yola çıkmadan önce Peygamberimiz O’na şöyle buyurdu: “Sen ehl-i kitaptan (yahudilerden ve hıristiyanlardan) olan bir kavimle karşılaşacaksın.
Onların yanına varınca, önce, onları Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin ( aleyhisselâm )Allah’ın Resûlü olduğunu tasdîke (inanmaya) davet et.
Eğer bunu kabûl ederlerse onlara, Allah’ın beş vakit namazı farz kıldığını haber ver.
Bunu da yaptıkları takdîrde, Allah’ın zenginlerin fakîrlere zekât vermesini emrettiğini bildir.
Bunu da kabûl ederlerse zekat alırken sakın mallarının (sadece) en iyilerini seçme!
Mazlûmun ahını almaktan çekin.
Çünkü Allah mazlûmun duâsını (ahını, hemen kabûl eder.)”
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) şöyle sordu: “Sana bir dâva getirilip insanlar arasında hüküm verirken ne ile hüküm vereceksin?”
Hazreti Muaz bin Cebel: “Allah’ın kitabı (Kur’ân-ı kerîm) ile hüküm veririm” dedi.
“Ya O’nda açıkça bulamazsan?” buyurunca, “Peygamberin ( aleyhisselâm ) sünneti ile hüküm ederim” dedi.
“Ya onda da açıkça bulamazsan” buyurunca, “İctihâd ederek, anladığımla hükmederim” dedi.
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Muaz bin Cebel’in bu cevabından dolayı çok memnun kalarak mübârek elini O’nun göğsüne koyup: “Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün elçisini, Resûlullah’ın rızasına uygun eyledi.” buyurdu.
 Hazreti Muaz bin Cebel, Yemen’de uzun müddet kaldı.
Kendisine verilen vazîfeyi yerine getirdi.
Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vefâtını da orada iken haber aldı.
Daha sonra Yemen’deki hizmetini tamamlayıp, Medine’ye dönen Muaz bin Cebel ( radıyallahü anh ), Hazreti Ebû Bekir’in halifeliği sırasında Medine’de kaldığı müddetçe Hazreti Ebû Bekir onu seçtiği müşavere (danışma) heyetine aldı.
Bu sırada Suriye taraflarına da giderek hem oralarda yapılan savaşlara katıldı, hem de insanlara din bilgilerini ve Kur’ân-ı kerîmi öğretti.
Hazreti Ömer’in halifeliği sırasında Kilâboğulları beldesine zekât memuru olarak, sonra da Suriye taraflarında din bilgilerini ve Kur’ân-ı kerîmi öğretmekle vazîfelendirildi.
Filistin bölgesinde bu vazîfesinde iken burada çıkan tâûn (veba) hastalığı salgınına yakalanarak otuzsekiz (38) yaşında iken vefât etti.
Muâz bin Cebel ( radıyallahü anh ) şöyle anlatıyor: Bir gün Resûlullah’ın huzûrunda bir adamın çok aciz bir kimse olduğunu söylediler.
Resûlullah ( aleyhisselâm ): “Kardeşinizi gıybet etmeyiniz”buyurdu.
Onlar “O, dediğimiz gibidir” dediler.
Bunun üzerine Resûlullah ( aleyhisselâm ): “Öyle olmasa o zaman iftira etmiş olursunuz” buyurdular.
“Üç şey var ki, onlar dünyâda bir yabancı gibidir: Zâlimin elinde Kur’ân-ı kerîm, kötü insanlar arasında iyi bir kimse, bir evde durup okunmayan Mushaf.”
“İnsan, kıyâmet günü şu dört şeyden sorulmadıkça, hiçbir yere adım atamaz:
1- Ömrünü nerede tükettiği,
2- Gençliğini nerede harcadığı,
3- İlmi ile ne gibi amel işlediği,
4- Malını nereden kazanıp nereye harcadığı
.




Sahabe Efendilerimiz Radıyallâhü Anh
 

 A  B
 C  D
 E  F
 H  İ
 K  M
 N  O
 R  S
 T  U
 V  Z


 
 
visitor counter
 
Bugün 107 ziyaretçi (114 klik) kişi burdaydı!

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol