Dımâd b. Sa‘lebe el-Ezdî Sahâbî.
Yemen’in Ezd-i Şenûe kabilesi reisiydi.
Hz. Peygamber ile dostluğu Câhiliye devrine kadar uzanır.
Mekke’de bir sokak başında bir araya gelmiş müşrik ileri gelenleri dertleşiyordu. Muhammed’in (a.s.m.) nurunu nasıl söndürüp, bu gidişin önüne nasıl geçeceklerini müzakere ediyorlardı.
Hidayet güneşini söndürme azimlilerinin başında Ebû Cehil geliyordu.
Bu azılı müşrik, her türlü düşmanca planların yanında ve başında idi.
Beraberinde Utbe bin Rebia ve Ümeyye bin Halef gibi iki meşhur İslam düşmanı da bulunuyordu.
Konuşan yine Ebû Cehil’di.
Cehaletin, şirk ve zulmün babası Ebû Cehil şöyle dedi: “Bu adam, birliğimizi parçaladı.
Ümidimizi suya düşürdü.
Ölenlerimizi dalalette olmakla suçladı.
İlahlarımızı kınayıp tahkir etti…”
Etrafındakileri tahrik edici bu sözler aynı zamanda İlahî dava karşısında duyulan can sıkıntısının da bir tezahürüydü.
Kızgın Ümeyye söze karıştı: “Bu adam gerçekten delidir!” dedi.
Aslında bu ifade de kinle karışık bir acziyet beyanıydı.
Meşhur cinci Dımâd oradan geçerken bu konuşulanları duydu.
Ümeyye’nin “Delidir.” demesi onda Muhammed’e (a.s.m.) karşı düşmanlıktan ziyade bir acıma hissi uyandırmıştı.
Onun gerçekten deli olduğunu sandı ve mesleğinin zaten böylelerini iyileştirmek olduğunu düşündü.
Hem Muhammed (a.s.m.) onun eski bir dostuydu; onu bu dertten kurtarmak en azından bir vefa borcu sayılırdı.
Dımâd, Muhammed’i (a.s.m.) arayıp bulmaya, derdini öğrenip onu iyileştirmeye karar verdi.
Doğruca yola koyuldu ve o gün akşama kadar araştırdı.
Sonunda onu Kâbe’de namaz kılarken buldu.
Makam-ı İbrâhim’in arkasında tahiyyatta idi.
Namazını bitirip selam verince yanına yaklaştı.
Tedbirli bir tavırla ona doğru yürüdü.
“Ey Abdülmuttâlib’in torunu, bana dön bakalım!” dedi.
Resûlullah (a.s.m.) yönünü döndü ve ”Ne istiyorsun?” dedi.
“Ruh hastalıklarını tedavi ederim.
İstersen senin derdine de bir çare bulayım.
Hastalığını büyütme.
Senden daha ağır hasta olanlarını iyileştirdim.
Kavmin sendeki birtakım kötü hasletlerden bahsediyor.
Ümitlerini iyice kırmışsın, cemaatlerini parçalamışsın.
Ölenlerini sapıklıkla itham etmişsin, İlahlarını kınamışsın…
Bunları ancak cinnet getiren bir kimse yapar!”
Resûlullah (a.s.m.), Dımâd’ı sabır ve sükûtla dinledi.
Çünkü o, önce konuşanı dinler, sonra ne söylemek gerekiyor, nasıl davranmak icap ediyorsa en güzelini yapardı.
Henüz cehalet bataklığında olup kafasında putların inancını taşıyan Dımâd’a da şöyle hitap etti: “Hamd Allah’a mahsustur.
Yalnız O’nu medheder ve O’ndan yardım isterim.
Allah kime hidayet ederse, kimse onu saptıramaz.
Kimi de saptırırsa, onu kimse hidayete erdiremez.
Tek olup hiçbir ortağı olmayan Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederim.” diye sözlerine başladı ve kendisine isnat edilenlere cevap verdi.
Dımâd şaşırmıştı.
Çünkü dinlediği sözler, değil cinnet eseri, dünyanın en akıllı insanının dahi söyleyemeyeceği kadar veciz ve güzeldi.
Beyninden vurulmuşa döndü.
Nasıl olur da, Kureyş’in en uluları onu “delilik”le itham edebilirlerdi?
Yoksa kendisi mi deli olmuştu ki, onun saçma sözlerini çok mükemmel görüyordu?
Dayanamadı: “N’olur, bu söylediklerini bir kere daha tekrar et!” dedi.
Vazifesi davasını zihinlere tespit etmek olan Yüce Peygamber, tekrardan usanır mıydı?
Aynı hakikatleri aynı veciz üslupla Dımâd’a bir kere daha tekrar etti.
Bunun üzerine Dımâd daha fazla dayanamadı ve şöyle haykırmaya başladı:
“Ben kâhinlerin, sihirbazların ve şairlerin sözlerini işittim.
Vallahi bu sözlerin benzerini hiç duymadım ! Senin sözlerin, deryaların enginliklerine nüfuz etti.
Bu sözlerin sahibi bir mecnun, bir sihirbaz ve bir şair olamaz.
Haydi uzat elini, İslam’a girmek üzere sana biat edeyim.” dedi.
Resûlullah (a.s.m.) elini uzattı, Dımâd uzanan eli yakaladı.
Böylece şirk cephesi bir zayiat verirken, İslam davası bir kişi daha kazanmış oldu.
Resûlullah (a.s.m.), biat elini uzatırken,
”Bu anlaşma, aynı zamanda kavmin adına da olsun mu?” buyurdu.
O da tereddütsüz,”Evet, kavmim adına da olsun.” cevabını verdi.
Resûlullah’ın (a.s.m.) yanında bir müddet kalıp ondan Kur’ân öğrenen Dımâd, sonra sonsuz bir sürur ve saadet içinde, mensubu olduğu Ezdu Şenue kabilesine döndü.
|
|
|
 |
|