Gönlü açık çoban
Ukbe bir çobandı.
Medine otlaklarında koyun güderdi.
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Medine’ye hicret ettiğini de dağda haber almıştı.
Artık orada duramazdı.
Gidecek, o Yüce Peygamber’i görecekti.
Koyunları oracıkta bıraktı, doğruca Medine’nin yolunu tuttu.
Müslüman oluyor
Medine'ye geldi, Resûlullah’ı sordu.
Misafir kaldığı evi öğrenir öğrenmez soluğu huzurunda aldı.
Kâinatın Efendisi’ni karşısında görünce çok sevindi, birden dünyası genişledi
Resûl-i Ekrem Efendimiz hakikat nurlarından inciler saçtı önüne, yüce dinin esaslarını öğretti.
Ukbe en ufak bir tereddüt bile göstermedi, müminler arasında yer almakta gecikmedi.
Suffe Ashâbı’nın içinde yer alan seçkin bir sahabi...
Ukbe bundan sonra kendisini tamamen ilme verdi.
Peygamberimizin hayat dolu sohbetini artık hiç kaçırmıyordu.
Peygamberimiz de Ukbe’nin ilme olan aşırı arzusunu bildiği için kendisiyle hususi olarak ilgileniyordu.
Bir gün Hz. Ukbe’ye hitaben şöyle buyurdu: “Kur’ân’da bazı sûreler vardır.
Cenâb-ı Hak o sûrelerin bir benzerini ne Tevrat’ta, ne İncil’de, ne de Zebur’da indirmemiştir.
Hiçbir geceni onları okumadan geçirme.
Bunlar: İhlâs, Felâk ve Nâs Sûreleridir.”
Bu sözleri kulaklarına küpe eden Ukbe şöyle der: “O günden sonra her gece bu sûreleri okumadan yatmadım.
Öğrenme aşkı
Hz. Ukbe bilmediklerini, öğrenmek istediği hususları Peygamberimize sormaktan çekinmezdi.
Böylece pek çok şeyi öğrenme imkânını bulmuştu.
Bir gün Peygamberimizin yanına yaklaştı,mübarek ellerini tuttu ve şöyle dedi: “Yâ Resûlallah, iyilik ve ibadetin en üstün olanlarının hangisi olduğunu söyler misiniz?”
Peygamberimiz de şu nasihatte bulundu: “Senin hâlini sormayanın hâlini sor.
Sana bir şey vermeyene vermeye bak.
Sana haksızlık edeni de affet.”
Hz. Ukbe bir defasında da, “Kurtuluş neydedir, yâ Resûlallah?” diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.m.), “Diline sahip ol.
Evin sana dar gelmesin [sırrını yayma].
Günahların için ağla!” buyurdu.
Bunlar zor işlerdi.
Nefse ağır gelen hizmetlerdi, fakat cennet de ucuz değildi.
Çünkü cennetin bu dünyada kazanılması gerekiyordu.
Bunun için her şeyden önce böyle nefse zor gelen amelleri işleyerek Yüce Allah’ın rızasını elde etmek lazımdı.
Bir hadise
Ukbe (r.a.) bir gün 12 arkadaşıyla birlikte Peygamberimizden bir şeyler öğrenmek düşüncesiyle yola çıktı.
Yanlarında develeri de vardı.
Onları başı boş bırakmak istemediler.
“İçimizden birisi develerimizi otlatsa da, kalanımız Resûlullah ile sohbet etsek…
Sonra öğrendiklerimizi ona bildiririz.” dediler.
Hz. Ukbe gerçi Peygamberimizin (a.s.m.) sohbetinde bulunmayı çok arzuluyordu.
Fakat develerin yanında birisinin kalması gerektiğine de inanıyordu.
Arkadaşlarını kendi nefsine tercih etti, “Siz gidin.
Develeri ben otlatırım.” dedi.
Sonrasını kendisi anlatıyor: Arkadaşlarım gideli bir hayli olmuştu.
Kendi kendime, “Galiba aldandım!
Arkadaşlarım Resûlullah’tan (a.s.m.) benim duymadıklarımı dinliyorlar, öğrenmediklerimi öğreniyorlar.” dedim.
Şehre gittim.
Yolda sahabilerden bir grupla karşılaştım.
İçlerinden biri, Peygamberimizin, “Kim güzelce abdest alırsa, günahından temizlenerek annesinden yeni doğmuş gibi olur.” buyurduğunu söyledi.
Hayret ettim.
Benim hayretimi fark eden Ömer bin Hattab, “O da bir şey mi?
Hele sen ondan önceki hadisi dinlemeliydin!” dedi.
“Kurbanın olayım, onu da söyle!” dedim.
O da Resûlullah’ın (a.s.m.), “Kim Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölürse, Allah ona cennet kapılarını açar.
O da istediği kapıdan cennete girer.
Cennetin sekiz kapısı vardır.” buyurduğunu söyledi.
Tam bu sırada Resûlullah (a.s.m.) geldi.
Ben de tam karşısına oturdum, dinlemeye başladım.
Fakat benden yüzünü çevirdi.
“Ey Allah’ın Resûl’ü!
Anam babam size feda olsun!
Niçin benden yüzünüzü çeviriyorsunuz?” dedim.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Sence bir kişinin istifadesi mi daha kıymetli, yoksa 12 kişinin mi?” buyurdu.
Hatamı anladım, kalktım.
İçtihat sahibi
Hz. Ukbe’nin öğrenme hususundaki bu gayreti onun kısa zamanda âlim sahabiler arasına girmesine sebep oldu.
Öyle ki Hz. Ukbe, Peygamberimizin zamanında içtihat edebilecek seviyeye geldi.
Hattâ bir defasında Peygamberimiz (a.s.m.) kendisine müracaat eden iki davalı hakkında hüküm verme işini ona bıraktı.
Ukbe (r.a.), “Siz daha layıksınız, yâ Resûlallah!
Anam babam size feda olsun!” dedi.
Fakat Resûlullah “Sen hüküm ver.” buyurdu.
Bu sefer Ukbe sordu, “Neye göre hüküm vereyim, yâ Resûlallah?”
Peygamberimiz, “Kendi içtihadına göre hüküm ver.
Eğer hükmünde isabet edersen sana 10 sevap verilir, isabet etmezsen 1 sevap kazanırsın.” buyurdu.
Saygısı
Hz. Ukbe, Peygamberimize (a.s.m.) karşı son derece hürmetkârdı.
Öyle ki, Resûlullah’ın huzurunda deveye binmeyi hürmetsizlik sayardı.
Bir gün Peygamberimizle birlikte bir yere gidiyordu.
Peygamberimiz (a.s.m.) deveye binmişti.
Kendisi yayaydı.
Resûlullah (a.s.m.) onu terkisine almak istedi,
“Ey Ukbe! Binmiyor musun?” buyurdu.
Hz. Ukbe, “Günah olmasından korkuyorum, yâ Resûlallah!” dedi.
Peygamberimizin ısrar etmesi üzerine,onun emrini yerine getirmek için deveye bindi.
Ukbe (r.a.) mümin kardeşlerinde gördüğü kusurları, kabahatleri açığa vurmazdı.
Başkalarının kusurlarını araştırmadığı gibi, birinin kabahatlerinin yanında anlatılmasından da rahatsız olurdu.
Bir defasında hizmetçisi,komşunun bir hatasını söyledi.
Hz. Ukbe, hizmetçiye kızmadı.
Ona nasihat etti.
Bunun iyi bir şey olmadığını anlattı.
Sonra da şu hadisi rivayet etti: “Kim dünyada bir müminin ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter.”
Hz. Ukbe’nin hadis, miras taksimi ve hitabet gibi sahalarda müstesna bir yeri vardı.
Kur’ân’ı güzel okuyan, sesiyle süsleyen sahabilerdendi.
Bir gün Hz. Ömer ona, “Bana Kur’ân oku” dedi.
Ukbe (r.a.), Kur’ân okumaya başlayınca Hz. Ömer ağladı…
Askerlik sanatında ...
Hz. Ukbe’nin bir diğer hususiyeti de askerlik sanatına olan merakıydı.
Fırsat buldukça Peygamberimizin “Hiçbiriniz ok atışı yapmaktan geri durmasın.”, “Kim ok atmasını öğrenir, sonra da sünnet olduğunu bile bile terk ederse bizden değildir.”,
“Bir ok sebebiyle Allah üç kişiyi cennete koyar: Oku hayırlı bir işte kullanmak maksadıyla yapan ustasını, onu atanı ve atana yardımcı olanı.” gibi hadisleri hatırlatıyordu.
Böylece cihat ruhunun devamlı uyanık kalmasını,Müslümanların düşmana karşı talim yapmaya ehemmiyet vermelerini istiyordu.
Ukbe (r.a.), Peygamberimizin (a.s.m.) İstanbul’un fethi için verdiği müjdeyi kalbinin derinliğinde bir sır gibi saklıyordu.
Hicret’in 52. senesinde Hz. Muâviye’nin İstanbul’un fethi için hazırladığı orduda vazife aldı.
O sıralar Mısır valisi olduğu için Mısır’dan hazırlanan birliğin kumandanlığını yaptı.
Hicret’in 58. yılında vefat eden Hz. Ukbe,
birçok hadis rivayet etmiştir.


Ebû Hammâd Ukbe b. Âmir b. Abs el-Cühenî
(ö. 58/678)
Suffe ehlinden, Mısır valisi.
Pek çok künyesi arasında en meşhuru Ebû Hammâd’dır.
Müslüman olmadan önce bâdiyede (çöl) çobanlık yapardı.
Hz. Peygamber’in hicret ettiğini duyunca Medine’ye gitti.
Kısa bir süre bâdiyeye döndüyse de arkasından Suffe ashabı arasına katıldı ve dinî bilgisini ilerletti.
Kıraat, fıkıh, ferâiz, şiir ve kitâbet alanlarında sayılı kişilerden biri oldu.
Resûlullah’ın kendisine müracaat eden iki kişi arasındaki bir meselenin Ukbe tarafından çözümlenmesini istemesi onun ilmî yeterliliğini ortaya koymaktadır
Hz. Peygamber döneminde gazvelere iştirak etti ve zekât toplama göreviyle,çeşitli kabilelere gönderildi.
Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra da fetihlere katıldı.
Dımaşk’ın fethedildiği haberini Medine’de olan Hz. Ömer’e müjdelemek için gönderildi.
Ardından Mısır’ın fethinde bulundu.
Sıffîn Savaşı’nda Muâviye’nin yanında yer aldı.
44 (664) yılında Muâviye tarafından Mısır valiliğine tayin edildi.
Üç yıl sonra Rodos adasına gönderilen donanmada görevlendirildi, ancak Rodos yolunda iken valilik görevinden azledildiğini öğrendi.
Görevden alınış tarzı onu gücendirdi ve Mısır’a yerleşti.
Ebû Eyyûb el-Ensârî ile birlikte İstanbul kuşatmasına katıldı.
|
|
|
 |
|